Lem'alar - page 944

Bir zaman sonra, lillâhilhamd, kur’ân-ı Mu’cizülbe-
yan’ın feyziyle, sırr-ı kayyumiyet noktasında azîm, hadsiz
bir hikmet, bir gaye göründü. Ve onunla, tılsım-ı kâinat
ve muamma-i hilkat tabir edilen bir sırr-ı İlâhî anlaşıldı.
Yirmi dördüncü Mektupta tafsilen beyan edildiğinden,
burada yalnız icmalen iki üç noktasını üçüncü şuada zik-
redeceğiz.
evet, sırr-ı kayyumiyetin cilvesine bu noktadan bakınız
ki, bütün mevcudatı ademden çıkarıp, her birisini bu ni-
hayetsiz fezada,
(1)
Én
¡n
fr
hn
ôn
J m
ón
ªn
Y p
ôr
«n
¨p
H p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG n
™n
an
Q …p
òs
dG *n
G
sırrıyla durdurup, kıyam ve beka verip, umumunu böyle
sırr-ı kayyumiyetin tecellisine mazhar eyliyor. eğer bu
nokta-i istinat olmazsa, hiçbir şey kendi başıyla durmaz;
hadsiz bir boşlukta yuvarlanıp ademe sukut edecek.
Hem nasıl ki bütün mevcudat, vücutları ve kıyamları ve
bekaları cihetinde kayyum-i zülcelâl’e dayanıyorlar, kı-
yamları onunladır; öyle de, mevcudatın keyfiyat ve ah-
valinde binler silsilelerin –temsilde hata olmasın– telefon,
telgraf silsilelerinin merkezi ve santral direği hükmünde
olan sırr-ı kayyumiyette
2
o
¬t
?o
c o
ôr
en
’r
G o
™n
Lr
ôo
j p
¬r
«n
dp
Gn
h
sırrıyla uçla-
rı bağlıdır. eğer o nuranî nokta-i istinada dayanmazlarsa,
ehl-i akılca muhal ve batıl olan binler devirler ve teselsül-
ler lâzım gelecek. Belki mevcudat adedince batıl olan de-
virler ve teselsüller lâzım gelir. Meselâ bu şey (hıfz veya
nur veya vücut veya rızık gibi) bir cihette buna dayanır,
bu da ötekine, o da ona... git gide, her hâlde nihayetsiz
olamaz, bir nihayeti bulunacak.
adem:
yokluk.
ahval:
hâller, durumlar.
azîm:
büyük, yüce.
batıl:
saçma, boş ve manasız olan.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuzluk.
beyan:
anlatma, izah, açıklama.
cihet:
yön.
cilve:
görüntü, tecelli.
devir ve teselsül:
varlıkları bir ve
tek Yaratıcıya vermeyi her bir şe-
yin varlığını zincirleme olarak se-
beplere verme.
ehl-i akıl:
akıl sahipleri.
feyiz:
bereket, verimlilik.
feza:
uzay.
gaye:
maksat, hedef.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hıfz:
koruma, muhafaza.
hikmet:
fayda, gaye; her şeyin be-
lirli gayelere yönelik olarak, ma-
nalı, faydalı ve tam yerli yerinde
yaratılması.
hükmünde:
yerinde.
icmalen:
kısaltarak, özetle.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla insanları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
Kayyum-i Zülcelâl:
varlığı ve diri-
liği her an için olup, gökleri, yerleri
her an için tutan, daimî her şeye
her hususta iktidarı olan celâl sa-
hibi Allah.
keyfiyat:
nitelikler.
kıyam:
ayakta durma, var olma.
lâzım:
gerekli.
lillâhilhamd:
Allah’a hamd olsun.
mazhar:
bir şeyin zuhur ettiği, gö-
ründüğü yer.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
muamma-i hilkat:
yaratılış-
taki sır ve gizlilikler.
muhal:
imkânsız.
nihayet:
son.
nihayetsiz:
sonsuz.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası.
nur:
parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, ışıklı.
rızık:
yiyecek içecek şey.
santral:
merkez.
silsile:
zincir.
sırr-ı İlâhî:
Allah’a ait sır.
sırr-ı kayyumiyet:
Allah’ın her
şeyi kendi varlığıyla ayakta
tutmasının sırrı.
sukut:
düşme, değer kay-
betme.
şua:
ışın.
tabir:
ifade, söz.
tafsilen:
ayrıntılı olarak an-
latma.
tecelli:
görüntü.
temsil:
benzetme, misal ge-
tirme.
tılsım-ı kâinat:
evrenin gizli
sırrı.
umum:
bütün.
vücut:
varlık.
zikretmek:
anmak, anlatmak
1.
O Allah ki, gökleri, gördüğünüz gibi direksiz yükseltti. (Ra’d Suresi: 2.)
2.
Bütün işler Ona döndürülür. (Hûd Suresi: 123.)
o
Tuzuncu
l
em
a
| 944 | Lem’aLar
1...,934,935,936,937,938,939,940,941,942,943 945,946,947,948,949,950,951,952,953,954,...1406
Powered by FlippingBook