minnettarlıklarından ve mesruriyetlerinden ve sevinçlerin-
den gelen ve tabirinde âciz olduğumuz ve mezun olmadı-
ğımız şuunat-ı İlâhiyeyi “memnuniyet-i mukaddese,” “ifti-
har-ı kudsî” ve “lezzet-i mukaddese” gibi isimlerle işaret
edilen maani-i rububiyettir ki, bu daimî faaliyeti ve müte-
madî hallâkıyeti iktiza eder.
Hem meselâ bir mahir sanatkâr, plâksız bir fonograf
yapsa, o fonograf istediği gibi konuşsa, işlese, sanatkârı
ne kadar müftehir olur, mütelezziz olur, kendi kendine
(1)
*G n
ABÉ°n
TÉn
e
der.
Madem icatsız ve sûrî bir küçük sanat, sanatkârının ru-
hunda bu derece bir iftihar, bir memnuniyet hissi uyandı-
rırsa, elbette bu mevcudatın sâni-i Hakîm’i, kâinatın mec-
muunu, hadsiz nağmelerin envaıyla seda veren ve ses ve-
rip tesbih eden ve zikredip konuşan bir musiki-i İlâhiye ve
bir fabrika-i acibe yapmakla beraber; kâinatın her bir
nev’ini, her bir âlemini ayrı bir sanatla ve ayrı sanat mu’-
cizeleriyle göstererek zîhayatların kafalarında birer fonog-
raf, birer fotoğraf, birer telgraf gibi çok makineleri, hatta
en küçük bir kafada dahi, yapmakla beraber; her bir in-
san kafasına, değil yalnız plâksız fonograf, birer âyinesiz
fotoğraf, bir telsiz telgraf, belki bunlardan yirmi defa da-
ha harika, her insanın kafasında öyle bir makineyi yap-
maktan ve istediği tarzda işleyip neticeleri vermekten ge-
len iftihar-ı kudsî ve memnuniyet-i mukaddese gibi ma-
naları ve rububiyetin bu nev’inden olan ulvî şuunatı, el-
bette ve her hâlde bu faaliyet-i daimeyi istilzam eder.
âciz:
zayıf, güçsüz.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
enva:
çeşitler, türler.
faaliyet:
icraat.
faaliyet-i daime:
sürekli hiç dur-
mayan faaliyet.
fabrika-i acibe:
acip ve harika fab-
rika.
fonograf:
sesi alıp geri veren ci-
haz.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hallâkıyet:
yaratıcılık.
icatsız:
yoktan yaratmasız.
iftihar:
övünme.
iftihar-ı kudsî:
her türlü eksik ve
çirkinlikten yüce sevinç ve
övünme.
iftihar-ı kudsî:
pak, mukaddes
övünme.
iktiza etme:
gerektirme.
istilzam:
gerektirme.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
lezzet-i mukaddese:
kudsî zevk
ve lezzet.
maani-i rububiyet:
Allah’ın bütün
varlık âlemini kuşatan egemenliği,
yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesinin
manaları.
mahir:
maharetli, hünerli, bece-
rikli, usta.
mana:
anlam.
maşaallah:
Allah dilemiş, ne güzel
yapmış.
mecmuu:
toplam.
memnuniyet:
memnunluk.
memnuniyet-i mukaddese:
Ce-
nab-ı Hakkın zatına ait kusursuz
ve eksiksiz memnuniyeti.
mesruriyet:
sevinme, sevinçlilik.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
minnettar:
iyilik yapan birisine
karşı teşekkür duygusu içinde
olan.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
musiki-i İlâhîye:
kâinattaki
mahlûkatın fıtrî olarak çıkar-
dıkları sesler.
müftehir:
iftihar eden, övü-
nen.
mütelezziz:
lezzet alan, haz
duyan.
mütemadî:
sürekli, devamlı.
nağme:
güzel ses.
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit, tür.
rububiyet:
Cenab-ı Allah’ın
her mahlûka muhtaç olduğu
şeyleri vermesi, terbiye, idare
malikiyeti.
sanatkâr:
sanatçı.
Sâni-i Hakîm:
her şeyi sanatla
ve hikmetle yaratan Allah.
seda:
ses.
sûrî:
görünüşte olan.
şuunat:
işler, olaylar, özellikler;
bir şeyin var oluşunun gereği
olan sonuçlar.
şuunat-ı İlâhîye:
Cenab-ı Hak-
kın işleri, fiilleri.
tabir:
ifade.
tarz:
biçim, şekil.
tesbih:
Allah’ın zatında, sıfat-
larında ve fiillerinde bütün
noksanlardan uzak olduğunu
ifade etmek.
ulvî:
yüksek, yüce.
zîhayat:
hayat sahibi.
zikir:
Allah’ı anmak, hatırla-
mak.
1.
Allah dilemiş, ne güzel yaratmış.
o
Tuzuncu
l
em
’
a
| 950 | Lem’aLar