İşte bu mezkûr düsturların her biri birer kaide-i esasi-
yedir ki, kâinatta ve âlem-i insaniyette cereyan ediyorlar.
Bu kaidelerin esma-i İlâhiyede cereyan ettiklerini göste-
ren üç misal, otuz İkinci sözün üçüncü Mevkıfında izah
edilmiştir. Bir hulâsası bu makamda yazılması münasip
olduğundan, deriz:
nasıl ki, meselâ gayet merhametli, sahavetli, gayet ke-
rîm, âlicenap bir zat, fıtratındaki âlî seciyelerin mukteza-
sıyla, büyük bir seyahat gemisine, çok muhtaç ve fakir in-
sanları bindirip, gayet mükemmel ziyafetlerle, ikramlarla
o muhtaç fakirleri memnun ederek, denizlerde, arzın et-
rafında gezdirir. Ve kendisi de, onların üstünde, onları
mesrurâne temaşa ederek, o muhtaçların minnettarlıkla-
rından lezzet alır ve onların telezzüzlerinden mesrur olur
ve onların keyiflerinden sevinir, iftihar eder.
Madem böyle bir tevziat memuru hükmünde olan bir
insan, böyle cüz’î bir ziyafet vermekten bu derece mem-
nun ve mesrur olursa, elbette bütün hayvanları ve insan-
ları ve hadsiz melekleri ve cinleri ve ruhları, bir sefine-i
rahmanî olan küre-i arz gemisine bindirerek, rûy-i ze-
mini, enva-ı mat’umatla ve bütün duyguların ezvak ve er-
zakıyla doldurulmuş bir sofra-i rabbaniye şeklinde onlara
açmak ve o muhtaç ve müteşekkir ve minnettar ve mes-
rur mahlûkatını aktâr-ı kâinatta seyahat ettirmekle ve bu
dünyada bu kadar ikramlarla onları mesrur etmekle be-
raber, dâr-ı bekada, cennetlerinden her birini ziyafet-i da-
ime için birer sofra yapan
Zat-ı Hayy-ı Kayyum’
a ait ola-
rak,
o
mahlûkatın
teşekkürlerinden
ve
Lem’aLar | 949 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
mesrur:
sevinçli, memnun.
mesrurâne:
sevinçli bir şekilde.
mevkıf:
durak; bir meselenin üze-
rinde durularak izah edildiği bö-
lüm.
mezkûr:
zikredilen, anılan.
minnettar:
iyilik yapan birisine
karşı teşekkür duygusu içinde
olan.
misal:
örnek.
mukteza:
gereken.
münasip:
uygun.
müteşekkir:
iyiliğe karşı teşekkür
eden.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi olan
manevî varlık.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
sahavet:
cömertlik.
seciye:
huy, tabiat.
sefine-i rahmanî:
Cenab-ı Hakkın
rızık ve nimetlerle dolu gemisi.
seyahat:
yolculuk.
sofra-i rabbaniye:
her şeyi ter-
biye ve idare eden Allah’ın sofrası,
nimetlerle donanmış Rabbanî
sofra.
telezzüz:
lezzet alma.
temaşa:
bakıp seyretme.
tevziat:
dağıtım.
zat:
şahıs, kişi.
Zat-ı Hayy-ı Kayyum:
varlığı, diri-
liği her an için olup gökleri ve yer-
leri her an için tutan; her şeye, her
hususta iktidarı yeten zat, Allah.
ziyafet:
yemekli davet, şölen.
ziyafet-i daime:
daimî ziyafet.
aktar-ı kâinat:
kâinatın her
tarafı.
âlem-i insaniyet:
insanlık
âlemi, dünyası
âlî:
yüce, yüksek.
âlicenap:
cömert.
arz:
yeryüzü, dünya.
cereyan:
olma, meydana
gelme.
cin:
bir cins ateşten yaratılan
insanlar gibi imtihana tâbi tu-
tulan varlık.
cüz’î:
küçük.
dâr-ı beka:
bâkî ve sonsuz
dünya.
düstur:
kanun, kaide.
enva-ı mat’umat:
yiyecekle-
rin çeşitleri.
erzak:
yiyecek, içecek şeyler.
esma-i İlâhîye:
Allah’ın güzel
isimleri.
ezvak:
zevkler, tatlar.
fıtrat:
yaratılış, tabiat.
gayet:
son derece, çok, ol-
dukça.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hulâsa:
özet.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
iftihar:
övünme.
ikram:
bağış, ihsan.
izah:
açıkça ortaya koyma.
kaide:
esas, kural.
kaide-i esasiye:
temel kural.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kerîm:
ikram ve ihsanı bol
olan.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
mahlûkat:
Allah tarafından
yaratılanlar.
makam:
durak, mertebe,
aşama.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, esirgemek.