Bir sene kadar bu hikmet bana kâfi geldi. Bir sene son-
ra, masnuatta ve bilhassa zîhayatlarda bulunan çok hari-
ka ve pek ince sanatın mu’cizeleri inkişaf etti. Anladım
ki, bu çok ince ve çok harika olan dekaik-ı sanat, yalnız
zîşuurların nazarlarına ifade-i mana için değildir. gerçi
her bir mevcudu hadsiz zîşuurlar mütalâa edebilir. Fakat
hem onların mütalâası mahduttur, hem de herkes o zîha-
yatın bütün dekaik-ı sanatına nüfuz edemezler.
Demek, zîhayatların en mühim netice-i hilkati ve en
büyük gaye-i fıtratı, Zat-ı Kayyum-i Ezelî’nin kendi naza-
rına kendi acaib-i sanatını ve verdiği rahîmâne hediyele-
rini ve ihsanlarını arz etmektir.
Bu gaye ise, çok zaman bana kanaat verdi. Ve ondan
anladım ki, her mevcutta, hususan zîhayatlarda hadsiz de-
kaik-ı sanat bulunması,
Zat-ı Kayyum-i Ezelî’
nin nazarına
arz etmek, yani,
Zat-ı Kayyum-i Ezelî
kendi sanatını ken-
disi temaşa etmek olan hikmet-i hilkat, o büyük masarife
kâfi geliyordu.
Bir zaman sonra gördüm ki, mevcudatın şahıslarında
ve suretlerindeki dekaik-ı sanat devam etmiyor; gayet
sür’atle tazeleniyor, tebeddül ediyor, nihayetsiz bir faali-
yet ve bir hallâkıyet içinde tahavvül ediyorlar. “Bu hallâ-
kıyet ve bu faaliyetin hikmeti, elbette o faaliyet derece-
sinde büyük olmak lâzım geliyor” diye, tefekküre başla-
dım. Bu defa mezkûr iki hikmet kâfi gelmemeye başladı-
lar, noksan kaldılar. gayet merakla ayrı bir hikmeti ara-
maya ve taharriye başladım.
Lem’aLar | 943 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
mezkûr:
zikredilen, anılan.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
mühim:
önemli.
mütalâa:
tetkik, araştırma, ince-
leme.
nazar:
bakış, dikkat.
netice-i hilkat:
yaratılışın neticesi.
nihayetsiz:
sonsuz.
noksan:
eksiklik.
nüfuz:
içe geçme, işleme.
rahîmâne:
şefkatli ve merhametli
bir şekilde.
sırr-ı kayyumiyet:
Allah’ın her
şeyi kendi varlığıyla ayakta tut-
masının sırrı.
suret:
görünüş.
taharri:
araştırma.
tahavvül:
başka hâle geçme, de-
ğişme.
tebeddül:
başkalaşma, değişme.
tefekkür:
derin düşünme.
temaşa:
bakıp seyretme.
Zat-ı Kayyum-i ezelî:
zaman ve
mekânla sınırlı olmayan ve hiçbir
şeye muhtaç olmayan Cenab-ı
Hak.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zîşuur:
şuurlu, bilinçli.
acaib-i sanat:
Cenab-ı Hakkın
sanatının harika ve hayret
uyandırıcı durumları.
arz:
sunma.
azîm:
büyük, yüce.
bilhassa:
özellikle.
dekaik-ı sanat:
sanatın ince-
likleri.
faaliyet:
icraat, işleyiş.
feyiz:
bereket, verimlilik.
gaye:
maksat.
gaye-i fıtrat:
yaratılışın gayesi,
maksadı.
gayet:
son derece, çok, ol-
dukça.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hallâkıyet:
yaratıcılık.
hikmet:
fayda, gaye; her şeyin
belirli gayelere yönelik olarak,
manalı, faydalı ve tam yerli
yerinde yaratılması.
hikmet-i hilkat:
yaratılış hik-
meti.
hususan:
özellikle.
ifade-i mana:
bir mananın ifa-
desi.
ihsan:
ikram etme, lütuf, ba-
ğış.
inkişaf:
görülme, keşfolunma.
kâfi:
yeter.
kanaat:
inanma.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla insanları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân-ı Kerîm.
lâzım:
gerek.
lillâhilhamd:
Allah’a hamd ol-
sun.
mahdut:
sınırlı.
masarif:
giderler.
masnuat:
sanatla yapılmış
şeyler.
mevcudat:
var olan her şey,
mahlûklar.
mevcut:
var olan, mahlûk.