Lem'alar - page 937

ve o kudret-i samedâniyenin cilvesinden gelen umumî
kuvvetin nereden idare edildiğini anlayamadıklarından,
madde ve kuvveti ezelî tevehhüm ederek, zerrelere ve ha-
reketlerine âsâr-ı İlâhiyeyi isnat etmeye başlamışlar. Fe-
sübhanallah! İnsanlarda bu derece hadsiz cehalet olabilir
mi ki, mekândan münezzeh olmakla beraber, her bir yer-
de, her bir şeyin icadında her şeyi görecek, bilecek, ida-
re edecek bir tarzda bulunur bir vaziyetle yaptığı fiilleri ve
eserleri camit, kör, şuursuz, iradesiz, mizansız ve tesadüf
fırtınaları içinde çalkanan zerrata ve harekâtına vermek,
ne kadar cahilâne ve hurafetkârâne bir fikir olduğunu,
zerre kadar aklı bulunanların bilmesi gerektir.
evet, bu herifler vahdet-i mutlakadan vazgeçtikleri için,
hadsiz ve nihayetsiz bir kesret-i mutlakaya düşmüşler. Ya-
ni, bir tek ilâhı kabul etmedikleri için, nihayetsiz ilâhları
kabul etmeye mecbur oluyorlar. Yani, bir tek
Zat-ı Ak-
des’
in hassası ve lâzım-ı zatîsi olan ezeliyeti ve hâlıkıyeti,
bozulmuş akıllarına sığıştıramadıklarından, o hadsiz, ni-
hayetsiz, camit zerrelerin ezeliyetlerini, belki ulûhiyetleri-
ni kabul etmeye, mesleklerince mecbur oluyorlar. İşte sen
gel, echeliyetin nihayetsiz derecesine bak!
evet, zerrelerdeki cilve ise, zerreler taifesini
Vacibü’l-
Vücud’
un havliyle, kudretiyle, emriyle, muntazam ve
muhteşem bir ordu hükmüne getirmiştir. eğer bir saniye
o
Kumandan-ı Azam’
ın emri ve kuvveti geri alınsa, o çok
kesretli, camit, şuursuz taife, başıbozuklar hükmüne ge-
lecekler, belki bütün bütün mahvolacaklar.
Lem’aLar | 937 |
o
Tuzuncu
l
em
a
yin kendine muhtaç olup, kendisi
hiç bir şeye muhtaç olmayan Ce-
nab-ı Hakkın kudreti, kuvveti.
Kumandan-ı azam:
her yere ve
her şeye hükmeden en büyük ku-
mandan, Allah.
lâtif:
hoş, güzel, tatlı.
lâzım-ı zatî:
zatın gerektirdiği;
kendisinden asla ayrı düşünülme-
yen.
mahv:
yok olma.
mecbur olma:
zorunda kalma.
mekân:
yer.
mizan:
ölçü.
muhteşem:
ihtişamlı, haşmetli,
görkemli, gösterişli, büyük ve göz
alıcı.
muntazam:
intizamlı, düzgün.
münezzeh:
arınmış, uzak.
nihayetsiz:
sonsuz.
şuur:
idrak, bilinç.
taife:
takım, güruh.
tarz:
biçim, suret.
tesadüf:
rastlantı.
tevehhüm:
zannetme.
ulûhiyet:
ilâhlık.
umumî:
genel.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
kendinden olup ezelî ve ebedî
olan Allah (c.c.).
vahdet-i mutlaka:
mutlak birlik,
kesin ve tam bir teklik.
vaziyet:
durum.
Zat-ı akdes:
her türlü kusur ve
noksandan uzak ve pak olan zat;
Allah.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zerre:
en küçük parça, atom.
ziyade:
fazla.
âsâr-ı İlâhîye:
İlâhî eserler.
cahilâne:
cahilce.
camit:
ruhsuz, cansız.
cehalet:
bilmezlik, cahillik.
cilve:
görüntü, tecelli.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak.
echeliyet:
çok bilgisizlik, çok
cahil oluş.
ezelî:
öncesiz, başlangıçsız.
ezeliyet:
geçmiş ve geleceği
birden içine alıp, zamanla sı-
nırlı olmamak.
fesübhanallah:
“Allah’ı her
türlü kusur, ayıp ve eksikler-
den tenzih ederim” mana-
sında olup hayret ve şaşkınlığı
anlatmak için kullanılır.
fiil:
iş.
gayet:
son derece, çok, ol-
dukça.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlıkıyet:
yaratıcılık.
harekât:
hareketler.
hassa:
özellik, nitelik.
havl:
güç, kuvvet.
hurafetkârâne:
saçmalayarak.
hükmüne:
değerine, yerine.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
idare:
yönetme, çekip çe-
virme.
ilâh:
tanrı, ma’bud, kendisine
tapılan ve ibadet edilen var-
lık.
irade:
dileme, bir şeyi yapma
veya yapmama konusunda
karar verebilme ve bu kararı
yerine getirme gücü.
isnat:
dayandırma.
kesret-i mutlaka:
mutlak
çokluk, sınırsız çokluk.
kesretli:
çokluklu.
kudret:
kuvvet, iktidar.
kudret-i Samedâniye:
her şe-
1...,927,928,929,930,931,932,933,934,935,936 938,939,940,941,942,943,944,945,946,947,...1406
Powered by FlippingBook