Eğer Kur’ân gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz ka-
fasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başı-
nı bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.
Hem hayat,
iman-ı bilkader
rüknüne bakıp, remzen is-
pat eder. Çünkü madem hayat âlem-i şahadetin ziyasıdır
ve istilâ ediyor; ve vücudun neticesi ve gayesidir; ve
Hâ-
lık-ı Kâinat’
ın en cami âyinesidir; ve faaliyet-i rabbaniye-
nin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir, temsilde hata
olmasın, bir nevi programı hükmündedir. elbette âlem-i
gayp, yani mazi, müstakbel, yani geçmiş ve gelecek mah-
lûkatın hayat-ı maneviyeleri hükmünde olan intizam ve
nizam ve malûmiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve eva-
mir-i tekviniyeyi imtisale müheyya bir vaziyette bulunma-
larını sırr-ı hayat iktiza ediyor.
nasıl ki bir ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve münte-
hasında ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi, aynen
ağaç gibi, bir nevi hayata mazhardırlar, belki ağacın ka-
vanin-i hayatiyesinden daha ince kavanin-i hayatı taşı-
yorlar; hem nasıl ki bu hazır bahardan evvel geçmiş gü-
zün bıraktığı tohumlar ve kökler, bu bahar gittikten son-
ra gelecek baharlara bırakacağı çekirdekler, kökler, bu
bahar gibi cilve-i hayatı taşıyorlar ve kavanin-i hayatiye-
ye tâbidirler. Aynen öyle de, şecere-i kâinatın bütün dal
ve budaklarıyla her birinin bir mazisi ve müstakbeli var;
geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden mü-
teşekkil bir silsilesi bulunur. Her nev’i ve her cüz’ünün
ilm-i İlâhiyede muhtelif tavırlarla müteaddit vücutları bir
silsile-i vücud-i ilmî teşkil eder. Ve vücud-i haricî gibi, o
Lem’aLar | 927 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
mazhar:
nail olma, kavuşma,
erme; bir şeyin çıktığı yer.
mazi:
geçmiş zaman.
meşhudiyet:
gözle görüş, şahitlik.
muhtelif:
çeşitli.
müheyya:
hazır.
mükemmel:
kâmil, noksansız,
tam.
münteha:
son.
müstakbel:
gelecek.
müteaddit:
türlü türlü, çeşitli.
müteşekkil:
teşekkül etmiş, ku-
rulmuş, şekillenmiş.
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit.
nizam:
düzen.
remzen:
işaret ederek, gizli bir
manayı şifreyle belirterek.
rükün:
esas, şart.
seyyare:
gezegen, yıldız.
sırr-ı hayat:
hayatın sırrı, hayata
ait gizli manalar.
silsile:
zincir.
silsile-i vücud-i ilmî:
ilim olarak
var olma dizisi; ilimde varlık serisi.
şecere-i kâinat:
kâinat ağacı.
şuur:
idrak, bilinç.
taayyün:
belli olma, belirlenme.
tâbi:
uyan, itaat eden.
temsil:
benzetme.
teşkil:
şekillendirme, meydana
getirme.
vaziyet:
durum, hâl.
vücud-i haricî:
maddî varlık, gö-
rünen bir bedenle var olma.
vücut:
varlık.
ziya:
ışık, aydınlık.
âlem-i gayp:
görülmeyen fa-
kat varlığı kesin olan, aslı Allah
tarafından bilinen başka bir
âlem.
âlem-i şahadet:
gözle gördü-
ğümüz âlem, kâinat.
âyine:
ayna.
cami:
içine alan, kapsayıcı.
cilve-i hayat:
hayat cilveleri,
güzellikleri.
cüz’:
parça.
çekirdek-i aslî:
kâinatın özü,
aslî çekirdeği.
divane:
deli.
enmuzeç:
model, örnek.
evamir-i tekviniye:
Allah’ın
tabiatta geçerli olan emir ve
kanunları.
faaliyet-i rabbaniye:
her şeyi
terbiye ve idare eden Allah’ın
faaliyeti.
fihriste:
özet.
gaye:
maksat, hedef.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve
onun içinde olan her şeyin ya-
ratıcısı, Allah.
hayat-ı maneviye:
manevî
hayat.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
iktiza:
gerektirme.
ilm-i İlâhîye:
Allah’a ait ilim.
iman-ı bilkader:
kadere iman.
imtisal:
emre tamamen
uyma, boyun eğme.
intizam:
düzgünlük, nizam.
istilâ:
kaplama.
kavanin-i hayat:
hayat ka-
nunları, prensipleri.
kıyamet:
dünyanın sonu,
eceli.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
mahlûkat:
Allah tarafından
yaratılanlar.
malûmiyet:
bilinen, belirlilik