perdesiz olarak,
Zat-ı Hayy-ı Kayyum
’un “ihya edici, ha-
yat verici, diriltici” isminin eline teslim edilmişlerdir. nur
da öyledir, vücut ve icat da öyledir. onun içindir ki, icat
ve halk, doğrudan doğruya, perdesiz,
Zat-ı Zülcelâl’
in
kudretine bakar. Hatta yağmur bir nevi hayat ve rahmet
olduğundan, vakt-i nüzulü bir muttarıt kanuna tâbi kılın-
mamış; tâ ki her vakt-i hacette eller dergâh-ı İlâhiyeye
rahmet istemek için açılsın. eğer yağmur, güneşin tulûu
gibi, bir kanuna tâbi olsaydı, o nimet-i hayatiye, her vakt-
i hacette rica ile istenilmeyecekti.
üÇüNCü remİZ
Yirmi dokuzuncu hassasında denilmiştir ki:
Kâinatın
neticesi hayat olduğu gibi, hayatın neticesi olan şükür ve
ibadet dahi, kâinatın sebeb-i hilkati ve ille-i gayesi ve mak-
sut neticesidir.
evet, bu kâinatın
Sâni-i Hayy-ı Kayyum
’u, bu kadar
hadsiz enva-ı nimetiyle kendini zîhayatlara bildirip sevdir-
diğine mukabil, elbette zîhayatlardan o nimetlere karşı
teşekkür; ve sevdirmesine mukabil sevmelerini; ve kıy-
mettar sanatlarına mukabil methüsena etmelerini; ve
evamir-i rabbanîsine karşı itaat ve ubudiyetle mukabele
etmelerini ister.
İşte bu sırr-ı rububiyete göre teşekkür ve ubudiyet, bü-
tün enva-ı hayatın ve dolayısıyla bütün kâinatın en
ehemmiyetli gayesi olduğundandır ki, kur’ân-ı Mu’cizül-
beyan pek çok hararetle ve şiddetle ve halâvetle şükür ve
ibadete sevk ediyor. Ve “İbadet Cenab-ı Hakka mahsus
Lem’aLar | 919 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
nimet-i hayatiye:
hayat veren,
hayatla ilgili nimet.
nur:
aydınlık, parıltı.
perde:
örtü.
rahmet:
faydalı yağmur, İlâhî şef-
kat, merhamet.
remiz:
işaret.
rica:
yalvarma, dileme.
Sâni-i Hayy-ı Kayyum:
her can-
lıya hayat veren ve onların varlık-
larını devam ettiren her şeyi sa-
natla yaratan Allah.
sebeb-i hilkat:
yaratılış sebebi.
sevk:
yönlendirme, gönderme.
sırr-ı rububiyet:
Allah’ın bütün
varlık âlemini kuşatan egemenli-
ğinin, yaratıcılığın, idaresinin ve
terbiyesinin sırrı.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet
duyma.
tâbi:
uyan, itaat eden.
teslim:
doğruluğunu kabul etme.
teşekkür:
yapılan bir iyilik karşı-
sında minnet duyma; memnuni-
yet ve şükür ifade etme.
tulû:
doğma.
ubudiyet:
kulluk.
vakt-i hacet:
ihtiyaç vakti.
vakt-i nüzul:
yağma, inme vakti.
vücut:
var olma.
Zat-ı Hayy-ı Kayyum:
varlığı, diri-
liği her an için olup gökleri ve yer-
leri her an için tutan; her şeye, her
hususta iktidarı yeten zat, Allah.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyüklük
sahibi olan Cenab-ı Hak.
zîhayat:
hayat sahibi.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta ken-
disi olan sevap ve büyüklük
sahibi yüce Allah.
dergâh-ı İlâhîye:
Cenab-ı Hak-
kın huzuru.
ehemmiyet:
önem.
enva-ı hayat:
hayat çeşitleri.
enva-ı nimet:
nimet çeşitleri,
türleri.
evamir-i rabbanî:
Allah’ın
terbiye ve idare eden kanun-
ları.
gaye:
maksat, hedef.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
halâvet:
tatlılık.
halk:
yaratma.
hararet:
ateşlilik.
hassa:
özellik, nitelik.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini
yerine getirme.
icat:
yoktan var etme, ya-
ratma.
ihya:
diriltme, hayat verme.
ille-i gaye:
varılmak istenen
gaye, maksat.
itaat:
boyun eğme, uyma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kanun:
kaide, yasa.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
kudret:
kuvvet, iktidar.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla insanları benzerle-
rini yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân-ı Kerîm.
mahsus:
bir şeye has olan.
maksut:
kastedilen, istenilen.
methüsena:
övme, yüceltme.
mukabele etme:
karşılık
verme.
mukabil:
karşılık.
muttarıt:
düzgün, muntazam.
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit, tür.
nimet:
lütuf, ihsan, ikram.