•
hem en mükemmel meyvesi,
•
hem en yüksek kemali,
•
hem en güzel cemali,
•
hem en güzel ziyneti,
•
hem sırr-ı vahdeti,
•
hem rabıta-i ittihadı,
•
hem kemalâtının menşei,
•
hem sanat ve mahiyetçe en harika bir zîruhu,
•
hem en küçük bir mahlûku bir kâinat hükmüne geti-
ren mu’cizekâr bir hakikati,
•
hem güya kâinatın küçük bir zîhayatta yerleşmesine
vesile oluyor gibi, koca kâinatın bir nevi fihristesini o zî-
hayatta göstermekle beraber, o zîhayatı ekser mevcudat-
la münasebettar ve küçük bir kâinat hükmüne getiren en
harika bir mu’cize-i kudrettir.
•
Hem en büyük bir küll kadar, hayat ile küçük bir
cüz’ü büyülten ve bir ferdi dahi küllî gibi bir âlem hükmü-
ne getiren ve rububiyet cihetinde kâinatı tecezzi ve iştira-
ki ve inkısamı kabul etmez bir küll, bir küllî hükmünde
gösteren fevkalâde harika bir sanat-ı İlâhiyedir.
•
Hem kâinatın mahiyetleri içinde Zat-ı Hayy-ı Kay-
yum’un vücub-i vücuduna ve vahdetine ve ehadiyetine şa-
hadet eden bürhanların en parlağı, en kat’îsi ve en mü-
kemmeli,
•
hem masnuat-ı İlâhiye içinde en hafîsi ve en zahiri,
en kıymettarı ve en ucuzu, en nezihi ve en parlak ve en
manidar bir nakş-ı sanat-ı Rabbaniyedir.
bürhan:
delil, hüccet.
cemal:
güzellik.
cihet:
yön.
cüz:
parça.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğinin tecelli etmesi.
ekser:
pek çok.
fert:
şahıs, tek olan.
fevkalâde:
olağanüstü.
fihriste:
özet, liste, içindekiler.
güya:
sanki.
hafî:
gizli.
hakikat:
gerçek, esas.
harika:
olağanüstü.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hükmüne:
yerine, değerine.
inkısam:
bölünme, kısımlara ay-
rılma.
iştirak:
ortak olma, birlik.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kat’î:
kesin.
kemal:
olgunluk, kusursuz, tam
ve eksiksiz olma.
kemalât:
faziletler, olgunluklar,
mükemmellikler.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
küll:
bütün.
küllî:
umumî, genel.
mahiyet:
bir şeyin hakikati, iç
yüzü, nitelik.
o
Tuzuncu
l
em
’
a
| 914 | Lem’aLar
mahlûk:
Allah tarafından ya-
ratılmış.
manidar:
ince manalı.
masnuat-ı İlâhîye:
Allah tara-
fından sanatla yaratılanlar.
menşe:
kaynak.
mevcudat:
var olan her şey,
mahlûklar.
mu’cize-i kudret:
Cenab-ı
Hakkın kudretinin mu’cizesi.
mu’cizekâr:
mu’cize sahibi.
mükemmel:
kâmil, noksansız,
tam.
münasebettar:
münasebetli,
alâkalı, ilgili.
nakş-ı sanat-ı rabbaniye:
Ce-
nab-ı Hakkın idare ve terbiye-
sindeki sanatlı nakış.
nevi:
çeşit, tür.
nezih:
temiz, pak.
rabıta-i ittihat:
birlik bağı.
rububiyet:
Cenab-ı Allah’ın
her mahlûka muhtaç olduğu
şeyleri vermesi, terbiye, idare
besleyiciliği.
sanat-ı İlâhîye:
Allah’ın sanatı.
sırr-ı vahdet:
Cenab-ı Allah’ın
umum eşyada birden tecelli
eden birliğinin sırrı.
şahadet:
şahitlik.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bö-
lünme.
vahdet:
birlik, bir ve tek olma.
vesile:
vasıta, sebep.
vücub-i vücut:
varlığının za-
rurî ve vacip olması.
zahir:
açık.
Zat-ı Hayy-ı Kayyum:
varlığı,
diriliği her an için olup gökleri
ve yerleri her an için tutan;
her şeye iktidarı yeten zat, Al-
lah.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîruh:
ruh sahibi.
ziynet:
süs.