Lem'alar - page 907

bir ağaç küçük bir kâinat hükmünde olduğu, her bir zîha-
yat dahi küçük bir kâinat ve küçük bir âlem hükmünde
olduğundan, bu sırr-ı ehadiyet cilvesi, şirk ve iştiraki mu-
hal derecesine getiriyor.
Bu kâinat, o sırla, değil yalnız tecezzi kabul etmez bir
külldür; belki mahiyetçe, inkısam ve iştiraki ve tecezzisi
imkânsız ve müteaddit elleri kabul etmez bir küllî hükmü-
ne geçtiğinden, ondaki her bir cüz, bir cüz’î ve bir ferdi
hükmünde ve o küll dahi bir küllî hükmünde olduğundan,
hiçbir cihetle iştirakin imkânı olmuyor. Bu ism-i
Ferd’
in
cilve-i azamı, hakikat-i tevhidi, bu sırr-ı ehadiyetle beda-
het derecesinde ispat ediyor.
evet, kâinatın envaları birbiri içine girift olması ve ke-
netleşmesi ve her birinin vazifesi umuma baktığı cihetle,
kâinatı, rububiyet ve icat noktasında tecezzi kabul etmez
bir küll hükmüne getirdiği misillü, kâinatta faaliyet göste-
ren ef’al-i umumiye-i muhita dahi, birbirinin içinde teda-
hül cihetiyle, yani, meselâ hayat vermek fiili içinde, aynı
anda iaşe ve terzık fiili görünüyor. Ve o iaşe, ihya fiilleri
içinde, aynı zamanda o zîhayatın cesedini tanzim, teçhiz
fiilleri müşahede olunuyor. Ve o iaşe, ihya, tanzim, teç-
hiz fiilleri içinde, aynı vakitte tasvir, terbiye ve tedbir fiil-
leri nazara çarpıyor. Ve hakeza, böyle muhit ve umumî
ef’alin birbiri içine tedahülü ve girift olması ve ziyadaki
yedi renk gibi imtizaç, belki ittihat etmesi haysiyetiyle ve
o ef’alin her biri mahiyetçe bir birlik ve vahdet içinde
ekser mevcudata ihatası ve şümulü ve vahdanî birer fiil ol-
duğundan, her hâlde failinin bir tek zat olması ve her
Lem’aLar | 907 |
o
Tuzuncu
l
em
a
lar, evren.
küll:
bütün.
küllî:
umumî, genel.
mahiyet:
bir şeyin iç yüzü, nitelik
ve özelliği, aslı.
meselâ:
örneğin.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
misillü:
gibi, benzeri.
muhal:
imkânsız.
muhit:
ihata eden, kuşatan.
müşahede:
görme, seyretme.
müteaddit:
türlü türlü, çeşitli.
nazar:
bakış, dikkat.
rububiyet:
Cenab-ı Allah’ın her
mahlûka muhtaç olduğu şeyleri
vermesi, terbiye, malikiyeti ve
besleyiciliği.
sır:
bir şeyin veya işin dikkat, tec-
rübe, yetenek ile anlaşılabilen en
zor ve en ince yanı; İlâhî gaye; gizli
hakikat.
sırr-ı ehadiyet:
Allah’ın her bir
varlıkta görülen birlik tecellisinin
sırrı.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
şümul:
içine alma.
tanzim:
düzenleme.
tasvir:
şekil ve görünüm verme.
tecezzi:
parçalara ayrılma.
teçhiz:
cihazlandırma, donatma.
tedahül:
birbiri içine girme, dahil
olma.
tedbir:
idare etme, çekip çevirme.
terbiye:
besleme, yetiştirme, bü-
yütme, eğitme.
terzık:
rızıklandırma.
umum:
bütün, genel.
umumî:
genele ait, hepsi.
vahdanî:
Allah’ın birliği ve varlığı
ile ilgili.
vahdet:
birlik.
vakit:
zaman.
vazife:
görev.
zat:
şahıs, kişi.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziya:
ışık.
âlem:
dünya, cihan.
bedahet:
açıklık, aşikâr olma.
ceset:
vücut, beden.
cihet:
yön, sebep.
cilve:
görünme, tecelli.
cilve-i azam:
en büyük tecelli,
görüntü.
cüz:
parça, kısım.
cüz’î:
az, parçaya ait olan.
ef’al:
fiiller, işler.
ef’al-i umumiye-i muhita:
bütün kâinatta geçerli olan fiil,
hâller ve hareketler.
ekser:
pek çok.
enva:
türler, neviler.
fail:
işi yapan.
fert:
birey.
fiil:
iş, hareket.
girift:
birbiri içine girmiş, karı-
şık.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hakikat-i tevhid:
tevhid ger-
çeği.
haysiyet:
özellik.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
iaşe:
geçindirme, besleme.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ihata:
kuşatma.
ihya:
hayat verme.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
imtizaç:
birbiriyle karışma,
kaynaşma.
inkısam:
bölünme, kısımlara
ayrılma.
ism-i Ferd:
Allah’ın tek ve
benzersiz olduğunu ifade
eden ismi.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
iştirak:
ortak olma.
ittihat:
birlik oluşturma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
1...,897,898,899,900,901,902,903,904,905,906 908,909,910,911,912,913,914,915,916,917,...1406
Powered by FlippingBook