üÇüNCü İŞaret
İsm-i Ferd’in tecelli-i azamıyla kâinatı birbiri içinde had-
siz mektubat-ı samedâniye hükmüne getirip, her mek-
tupta hadsiz hatem-i vahdaniyet ve pek çok mühr-i eha-
diyet basılmış gibi, her bir mektubun kelimatı adedince
ehadiyet mühürlerini taşıyor ve o mühürlerin adedince
kâtibini gösteriyor.
evet, her bir çiçek, her bir meyve, her bir ot, hatta her
bir hayvan, her bir ağaç, birer mühr-i ehadiyet ve birer
sikke-i samediyet olduklarını; ve bulundukları mekân ise,
bir mektup suretini alması cihetiyle, her biri bir imza şek-
lini alır, o mekânın kâtibini gösteriyor. Meselâ, bir bah-
çede bir sarı çiçek, o bahçe nakkaşının bir mührü hükmün-
dedir. o çiçek mührü kimin ise, bütün zemin yüzündeki o
nevi çiçekler, o zatın kelimeleri hükmünde olduğuna ve
o bahçe dahi onun yazısı olduğuna, açık bir surette delâ-
let ediyor.
demek oluyor ki, her bir şey, umum eşyayı Hâlık’ına
isnat edip azamî bir tevhide işaret ediyor.
DörDüNCü İŞaret
İsm-i Ferd’in cilve-i azamı güneş gibi zahir olmakla be-
raber, vücup derecesinde bir makuliyet ve hadsiz bir ko-
laylıkla kabul edilir. Ve o cilvenin muhalifi ve zıddı olan
şirk, nihayet derecede müşkül ve akıldan gayet derecede
uzak, belki muhal ve mümteni derecesinde olduğunu ispat
eden çok bürhanlar, risale-i nur’un eczalarında
Lem’aLar | 897 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
muhalif:
zıt.
mühr-i ehadiyet:
Allah’ın birliğini
her bir şeyde gösteren mühür.
mühür:
damga, alâmet, işaret.
mümteni:
mümkün olmayan, im-
kânsız.
müşkül:
zor, güç.
nakkaş:
nakış işi yapan.
nevi:
çeşit, tür.
nihayet:
son derece.
sikke-i Samediyet:
her şeyin Ona
muhtaç olup, hiç bir şeye muhtaç
olmayan Allah’ın mahlûklar üze-
rindeki alâmeti.
suret:
biçim, tarz.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
tecelli-i azam:
en büyük görüntü.
tevhid:
Allah’ın varlığını, birliğini,
dengi ve ortağı bulunmaması.
umum:
bütün.
vücup:
zorunlu ve vacip olma.
zahir:
açık.
zat:
şahıs, kişi.
zemin:
yeryüzü.
azamî:
en büyük, nihayet de-
recede.
bürhan:
delil, hüccet.
cihet:
yön.
cilve:
görüntü, tecelli.
cilve-i azam:
en büyük gö-
rüntü, tecelli.
delâlet:
delil olma, gösterme.
derece:
ölçü.
ecza:
cüzler, parçalar.
ehadiyet:
Allah’ın yarattığı her
bir şeyin zatıyla, sıfatlarıyla ve
isimleriyle bulunarak birliğini
göstermesi.
gayet:
son derece, çok, ol-
dukça.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, Allah.
hatem-i vahdaniyet:
Cenab-ı
Allah’ın birliğini gösteren mü-
hür.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
hükmüne:
yerine, değerine.
ism-i Ferd:
Allah’ın tek ve
benzersiz olduğunu ifade
eden ismi.
isnat:
dayandırma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
işaret:
gösterme, bildirme, ni-
şan, alâmet.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kâtip:
yazıcı.
kelimat:
kelimeler.
makuliyet:
akla uygunluk.
mekân:
yer.
mektubat-ı Samedâniye:
Ce-
nab-ı Hakkın isim ve sıfatlarını
anlatan, Allah’ın birliğini gös-
teren varlıklar.
meselâ:
örneğin.
muhal:
imkânsız.