tekmile çalışır. öyle bir tesanüt, öyle birbirine muavenet,
öyle birbirinin sualine cevap vermek ve birbirinin imdadı-
na koşmak ve birbirine sarılmak, birbiri içine girmek su-
retiyle öyle bir vahdet-i vücut teşkil ediyorlar ki, bir insa-
nın cesedindeki unsurlar gibi, birbirinden kabil-i tefrik ol-
maz. Bir unsurun dizginini tutan, umumun dizginlerini tu-
tamazsa, o tek unsurun dizginini zaptedemez.
İşte, kâinatın simasındaki bu teavün, tesanüt, tecavüp,
teanuk, pek parlak bir sikke-i kübra-i vahdettir.
İkinci sikke:
zeminin yüzünde ve bahar simasında öy-
le bir parlak
hatem-i ehadiyet ve sikke-i vahdaniyet
ism-i
Ferd’in cilvesiyle görünüyor ki, küre-i arzın yüzünde bü-
tün zîhayatı bütün efradıyla ve ahval ve şuunatıyla idare
etmeyen ve umumunu birden görmeyen ve bilmeyen ve
icat etmeyen bir zat icat cihetinde hiçbir şeye karışmadı-
ğını ispat ediyor. o sikke de şudur:
zeminin yüzünde madenî maddelerin, unsurların ve ca-
midat mahlûkatın gayet muntazam, fakat gizli sikkelerin-
den kat-ı nazar, yalnız iki yüz bin hayvanat taifelerinin ve
iki yüz bin nebatat envaının atkı ipleriyle dokunan nakışlı
şu sikkeye bak ki: Birden, bahar mevsiminde, zeminin
yüzünde, birbiri içinde, beraber, ayrı ayrı şekilleri, ayrı
ayrı hizmetleri, ayrı ayrı rızıkları, ayrı ayrı cihazatları,
hiçbirini şaşırmayarak, yanlış etmeyerek, nihayet karışık-
lık içinde nihayet derecede temyiz ve tefrikle, gayet has-
sas bir mizanla, her bir şeye lâzım olan her şeyleri külfet-
siz, tam vaktinde, umulmadığı yerden verildiğini gözü-
müzle gördüğümüzden, zeminin simasında o keyfiyet,
ahval:
hâller, durumlar.
camidat:
cansızlar, sert ve katı
maddeler.
ceset:
beden.
cihazat:
cihazlar.
cihet:
yön.
cilve:
görüntü, tecelli.
efrat:
fertler, bireyler.
enva:
türler, neviler.
gayet:
son derece, çok, oldukça.
hassas:
incelikli, en ufak ölçüleri
sağlıklı ve kesin olarak veren.
hatem-i ehadiyet:
Allah’ın birliğini
her bir şeyde gösteren mühür.
hayvanat:
hayvanlar.
icat:
vücuda getirme, yaratma.
idare:
yürütme, çekip çevirme, yö-
netme.
imdat:
yardım.
ism-i Ferd:
Allah’ın tek ve benzer-
siz olduğunu ifade eden ismi.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
kabil-i tefrik:
ayrılması mümkün.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kat-ı nazar:
dikkate almamak.
keyfiyet:
vaziyet, nitelik, iç yüz.
külfet:
zahmet, sıkıntı.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
lâzım:
gerekli.
madenî:
madenle ilgili maddeler.
o
Tuzuncu
l
em
’
a
| 894 | Lem’aLar
mahlûkat:
Allah tarafından
yaratılanlar.
mizan:
ölçü.
muavenet:
yardım.
muntazam:
intizamlı, düzgün.
nakış:
süs.
nebatat:
bitkiler.
nihayet:
son derece.
rızık:
Allah tarafından her canlı
için ayrılmış ve olan nimet, yi-
yecek içecek ve giyecek ile il-
gili şeyler.
sikke:
işaret, nişan, mühür.
sikke-i kübra-i vahdet:
Ce-
nab-ı Hakkın büyük birlik
mührü.
sikke-i vahdaniyet:
Cenab-ı
Allah’ın birliğini ve varlığını
gösteren hususî alâmet, nişan.
sima:
yüz.
sual:
soru.
suret:
biçim, tarz.
şuunat:
işler, olaylar, özellikler;
bir şeyin var oluşunun gereği
olan sonuçlar.
taife:
güruh, familya.
teanuk:
birbirine sarılma.
teavün:
yardımlaşma.
tecavüp:
cevaplaşma.
tefrik:
birbirinden ayırma.
tekmil:
tamamlama.
temyiz:
ayırma, seçme.
tesanüt:
dayanışma.
teşkil:
şekillendirme, vücut
verme.
umum:
bütün, hepsi.
unsur:
parça.
vahdet-i vücut:
varlığının bir
oluşu.
vakit:
zaman.
zaptetmek:
kontrolde tut-
mak.
zat:
kişi, şahıs.
zemin:
yeryüzü.
zîhayat:
hayat sahibi.