yapmakla, kendi hikmetine bütün bütün zıt ve muhalif
olarak, müsrifâne bir sefahat irtikâp etmesi hiçbir cihet-
le imkânı olmadığı gibi; aynen öyle de, bu kâinat sarayı-
nın her bir mevcudatına yüzer hikmet takan ve yüzer va-
zife ile teçhiz eden, hatta her bir ağaca meyveleri ade-
dince hikmetler ve çiçekleri adedince vazifeler veren bir
sâni-i Hakîm, kıyameti getirmemekle ve haşri yapma-
makla, bütün had ve hesaba gelmeyen hikmetleri ve ni-
hayetsiz vazifeleri manasız, abes, boş, faydasız zayi et-
mesi, o kadîr-i Mutlak’ın kemal-i kudretine acz-i mutlak
verdiği gibi, o Hakîm-i Mutlak’ın kemal-i hikmetine had-
siz abesiyet ve faydasızlığı ve o rahîm-i Mutlak’ın cemal-i
rahmetine nihayetsiz çirkinliği ve o Adil-i Mutlak’ın ke-
mal-i adaletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âde-
ta, kâinatta herkese görünen hikmet, rahmet, adaleti in-
kâr etmektir. Bu ise en acip bir muhaldir ki, hadsiz batıl
şeyler, içinde bulunur.
ehl-i dalâlet gelsin, baksın: gideceği ve düşündüğü ken-
di kabri gibi, kendi dalâletinde ne derece dehşetli bir zul-
met, bir karanlık ve yılanların, akreplerin yuvası bir kuyu
olduğunu görsün. Ve ahirete iman ise, cennet gibi güzel
ve nuranî bir yol olduğunu bilsin, imana girsin.
BeŞİNCİ NOKta
İki Meseledir.
Birinci Mesele:
sâni-i zülcelâl, ism-i Hakîm’in mukte-
zasıyla, her şeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay
tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip ettiği gösteriyor
Lem’aLar | 889 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
irtikâp:
kötü iş .
ism-i Hakîm:
Cenab-ı Hakkın hik-
metle, faydaları takip ederek iş
gören manasındaki ismi.
kabir:
mezar.
Kadîr-i mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye
gücü yeten sonsuz kudret sahibi,
Allah.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kemal-i adalet:
eksiksiz ve nok-
sansız bir adalet.
kemal-i hikmet:
mükemmel hik-
met ve gaye.
kemal-i kudret:
kudretin mükem-
melliği.
kıyamet:
kâinatın ölümü, varlığın
bozulup dağılımı.
mana:
anlam.
mesele:
önemli konu.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
muhal:
imkânsız, zıt, ters.
muhalif:
karşıt.
mukteza:
gereken.
müsrifâne:
israf edercesine.
nihayetsiz:
sonsuz.
nuranî:
nurlu, aydınlık.
rahîm-i mutlak:
sonsuz ve rahî-
miyeti kayda, şarta bağlı olmayan
merhamet sahibi olan Allah.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme.
Sâni-i Hakîm:
her şeyi sanatla ve
hikmetle yaratan Allah.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi ve her şeyi sanatla yaratan
Allah.
sefahat:
zevk ve eğlenceye nefsî
istek ve arzulara aşırı derecede
düşkünlük.
suret:
biçim, görünüş.
tarz:
biçim, suret.
teçhiz:
cihazlandırma, donatma,
hazırlama.
vazife:
görev.
zayi:
ziyan, kayıp.
zulmet:
karanlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
abes:
boş, lüzumsuz ve gaye-
siz iş.
abesiyet:
faydasız ve boş
olma.
acip:
şaşılacak şey.
acz-i mutlak:
mutlak güçsüz-
lük, âcizlik.
adalet:
hakkaniyet, âdillik.
âdeta:
sanki.
Âdil-i mutlak:
her şeye lâyık
olduğunu veren, zulümden
münezzeh olan mutlak adalet
sahibi Allah.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
batıl:
boş ve manasız olan.
cemal-i rahmet:
Rahmetin
güzelliği, İlâhî rahmetteki gü-
zellik.
cihet:
yön.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli, az-
gın ve sapkın kimseler.
had hesaba gelmez:
sınırsız
ve sonsuz bir şekilde.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hakîm-i mutlak:
sonsuz hik-
met sahibi ve her şeyi her
hangi bir kayda ve şarta bağlı
olmaksızın gayeli ve faydalı
yaratan Allah.
haşir:
kıyametten sonra bütün
insanların bir yere toplanma-
ları.
hikmet:
fayda, gaye; her şeyin
belirli gayelere yönelik olarak,
manalı, faydalı ve tam yerli
yerinde yaratılması.
iman:
inanma, itikat.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
inkâr:
reddetme, inanmama.