imtina derecesinde bir suubet olacak. Hâlbuki, kâinatta-
ki mevcudat, nihayet derecede külfetsiz olarak ve sühu-
letle ve kolaylıkla, gayet mükemmel bir surette vücuda
gelmeleri, cilve-i ferdiyeti bilbedahe gösteriyor ve her şey
doğrudan doğruya
Zat-ı Ferd-i Zülcelâl’
in sanatı olduğu-
nu ispat ediyor.
evet, eğer eşya Ferd-i Vahid’e verilse, bir kibrit çakar
gibi, eserleriyle azameti anlaşılan o nihayetsiz kudretiyle,
hiçten icat eder. Ve ihatalı, nihayetsiz ilmiyle, her şeye
manevî bir kalıp hükmünde bir miktar tayin eder. Ve o
âyine-i ilmindeki her şeyin suretine ve plânına göre, ko-
layca, her bir şeyin zerreleri o kalıb-ı ilmî içine yerleşir,
muntazaman vaziyetlerini muhafaza ederler.
eğer etraftan zerreleri toplamak lâzım gelse de, ilmî
kanunların ve kudretin ihatalı düsturları cihetiyle, o zer-
reler, kanun-ı ilmî ve sevk-i kudreti ile bağlanmaları hay-
siyetiyle, mutî bir ordunun neferatı gibi muntazaman, ka-
nun-i ilmî ve sevk-i kudreti ile gelip o şeyin vücudunu iha-
ta eden kalıb-ı ilmî ve miktar-ı kaderî içine girip, kolayca
vücudunu teşkil ederler. Belki âyinedeki aksin fotoğraf va-
sıtasıyla kâğıt üstüne vücud-i haricî giymesi veyahut gö-
rünmeyen bir yazıyla yazılan bir mektuba gösterici mad-
deyi sürmekle görünmesi gibi,
Ferd-i Vahid’
in ilm-i ezelî-
sinin âyinesinde bulunan mahiyet-i eşya ve suver-i mev-
cudata, gayet sühuletle, kudret onlara vücud-i haricî giy-
dirir. Ve âlem-i manadan âlem-i zuhura getirir, gözlere
gösterir.
Lem’aLar | 901 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
mahiyet-i eşya:
eşyanın mahiyeti,
iç yüzü, aslı.
manevî:
manaya ait.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
miktar:
ölçü.
miktar-ı kaderî:
kaderin tayin et-
tiği miktar, kaderce belirlenen
ölçü.
muhafaza:
koruma.
muntazaman:
düzenli ve sürekli
olarak.
mutî:
itaat eden, uyan.
mükemmel:
kemal bulmuş, nok-
sansız, tam.
neferat:
neferler, erler.
nihayet:
son derece.
nihayetsiz:
sınırsız, sonsuz.
plân:
program.
sevk-i kudreti:
Allah’ın kudretinin
sevki.
suret:
biçim, görünüş.
suubet:
güçlük, zorluk.
suver-i mevcudat:
varlıkların su-
retleri, biçim ve şekilleri.
sühulet:
kolaylık.
tayin:
belirleme.
teşkil:
şekillendirme, meydana
getirme.
vasıta:
aracılık.
vaziyet:
durum, hâl.
vücud-i haricî:
vücudu ve varlığı
ortaya çıkan, bilinen.
vücut:
var olma.
Zat-ı Ferd-i Zülcelâl:
varlığı tek
olan büyüklük ve heybet sahibi
olan Cenab-ı Hak.
zerre:
maddenin en küçük par-
çası, atom.
akis:
yansıma.
âlem-i mana:
gözle gördüğü-
müz âlemin dışındaki âlem.
âlem-i zuhur:
görünen âlem.
âyine:
ayna.
âyine-i ilim:
ilmin görüntüsü,
aynası.
azamet:
büyüklük, yücelik.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
cihet:
yön.
cilve-i ferdiyet:
Allah’ın bir ve
tek olduğunun cilvesi, tecel-
lisi.
düstur:
kanun, kaide, kural.
eser:
bir kimsenin meydana
getirdiği şey.
Ferd-i Vahid:
benzersiz tek ve
yalnız olan Allah.
gayet:
son derece, çok ol-
dukça.
haysiyet:
şeref, itibar.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ihata:
kuşatma.
ihatalı:
kuşatıcı.
ilim:
bilgi.
ilm-i ezelî:
Cenab-ı Hakkın
sonsuz ezelî ilmi.
ilmî:
ilim ile ilgili.
imtina:
imkânsızlık, olamayış.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kalıb-ı ilmî:
ilmin manevî ka-
lıbı, ölçüsü.
kanun:
yasa.
kanun-i ilmî:
ilmin özel kai-
deleri, prensipleri.
kudret:
kuvvet, iktidar.
külfet:
zahmet, meşakkat.
lâzım:
gerekli.