zannetmek, ne derece akıldan uzak ve cehalet olduğunu
anlarsın. Aynen öyle de, esbaba ve tabiatlara icat isnat
edenler, muzaaf bir cehalete düşerler. Çünkü tabiatların
ve sebeplerin üstünde dahi gayet muntazam bir eser-i sa-
nat var; onlar da sair mahlûkat gibi masnudurlar. onları
öyle yapan zat, onların neticelerini dahi yapar, beraber
gösteriyor. Çekirdeği yapan, onun üstünde ağacı o yapar.
Ve ağacı yapan, onun üstünde meyveleri dahi o icat eder.
Yoksa, ayrı ayrı tabiatların, sebeplerin vücuda gelmeleri
için, yine muntazam başka tabiatları, sebepleri isteyecek-
ler. Ve hakeza, git gide, nihayetsiz, manasız, imkânsız bir
silsile-i mevhumatı mevcut kabul etmek lâzım gelir. Bu
ise, cehaletlerin en antikasıdır.
BeŞİNCİ İŞaret
Çok yerlerde kat’î delillerle ispat etmişiz ki, hâkimiye-
tin en esaslı hassası istiklâldir, infirattır. Hatta, hâkimiye-
tin zayıf bir gölgesi, âciz insanlarda dahi, istiklâliyetini mu-
hafaza etmek için, gayrin müdahalesini şiddetle reddeder
ve kendi vazifesine başkasının karışmasına müsaade et-
mez. Çok padişahlar, bu redd-i müdahale haysiyetiyle
masum evlâtlarını ve sevdiği kardeşlerini merhametsizce
kesmişler. demek, hakikî hâkimiyetin en esaslı hassası ve
infikâk kabul etmez bir lâzımı ve daimî bir muktezası is-
tiklâldir, infirattır, gayrin müdahalesini reddir.
İşte bu çok esaslı hassa içindir ki, rububiyet-i mutlaka
derecesindeki hâkimiyet-i İlâhiye, gayet şiddetle şirki ve
iştiraki ve müdahale-i gayri reddettiğinden, kur’ân-ı
Mu’cizülbeyan dahi gayet hararetle ve şiddetle ve pek çok
Lem’aLar | 905 |
o
Tuzuncu
l
em
’
a
masnu:
sanatla yapılmış.
masum:
günahsız.
merhamet:
acımak, şefkat göster-
mek.
mevcut:
var olan.
muhafaza:
koruma.
mukteza:
gereken.
muntazam:
intizamlı, düzgün.
muzaaf:
kat kat.
müdahale:
karışma.
müdahale-i gayr:
başkasının ka-
rışması.
müsaade:
izin.
netice:
sonuç.
nihayetsiz:
sonsuz.
padişah:
hükümdar.
redd-i müdahale:
başkalarının
müdahalesini, karışmasını red-
detme.
rububiyet-i mutlaka:
her şeyi ku-
şatan ve emri altında bulunduran,
terbiye eden Allah’ın kayıtsız, şart-
sız terbiye ediciliği.
sair:
diğer, başka.
silsile-i mevhumat:
vücudu ve
hakikati olmayan, hayalî, farazî sil-
sile.
şiddet:
sertlik.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
tabiat:
maddî âlem.
vazife:
görev.
vücut:
var olma, varlık.
zan:
sanma.
zat:
şahıs, kişi.
âciz:
zayıf, güçsüz.
antika:
tuhaf, garip, anlaşıl-
maz, acayip.
cehalet:
cahillik, ilimden yok-
sun olma.
daimî:
sürekli, devamlı.
delil:
bürhan, hüccet.
esas:
asıl.
esbap:
sebepler.
eser-i sanat:
sanat eseri.
evlât:
çocuklar.
gayet:
son derece, çok, ol-
dukça.
gayr:
başka.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hakikî:
gerçek.
hâkimiyet:
hâkimlik, egemen-
lik.
hâkimiyet-i İlâhîye:
Allah’ın
her şeyi idaresi ve tasarrufu.
hararet:
ateşlilik, coşkunluk.
hassa:
özellik.
haysiyet:
şeref, itibar.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
infikâk:
ayrılma.
infirat:
teklik, bir oluş.
isnat:
dayandırma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istiklâl:
bağımsızlık.
istiklâliyet:
bağımsızlık.
işaret:
nişan, alâmet.
iştirak:
ortak olma.
kat’î:
kesin.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân.
lâzım:
gerekli.
mahlûkat:
Allah tarafından
yaratılanlar.
mana:
anlam.