Lem'alar - page 903

istihsal eder ve o vaziyeti verebilir. eğer o vaziyeti alma-
yı ve o neticeyi istihsal etmeyi, o taburdaki başsız, amir-
siz, çavuşsuz neferata havale edilse, o matlûp vaziyeti ve
neticeyi almak için, çok karışıklık içinde münakaşalarla,
ancak nakıs bir sureti, müşkülâtla tahsil edebilir.
İkinci temsil:
Meselâ, Ayasofya gibi kubbeli bir camiin
kubbesindeki taşlarını durdurmak vaziyeti ve muallâkta
durdurması bir ustaya verilse, o vaziyeti onlara kolayca
verebilir. eğer o vaziyete girmesi taşlara havale edilse,
her bir taş, umum taşlara hem hâkim-i mutlak, hem mah-
kûm-i mutlak olmak lâzım gelir; tâ ki, birbirine baş başa
verip muallâkta durabilsinler. o hâlde, o ustanın kolayca
gördüğü işini görmek için, yüz usta kadar, yüz derece işin-
den daha ziyade işler görülecek, sonra o vaziyetler alına-
cak.
Üçüncü temsil:
Meselâ küre-i arz,
Zat-ı Ferd-i Vahid’
in
bir memuru, bir neferi olduğundan, yalnız o bir tek ne-
fer, o tek zatın tek emrini dinlediği için, mevsimlerin hu-
sulü ve gece ve gündüz vakitlerinin vücudu ve semavatta-
ki ulvî ve haşmetli harekâtın zuhuru ve sinemavari sema-
vî levhaların tebdili gibi neticeleri istihsal için, arz gibi bir
tek nefer, bir tek zatın bir tek emrini almakla, o vazife-
nin neşesinden gelen bir cezbe ile, meczup Mevlevî gibi
iki hareketiyle semaa kalkar, bütün o muhteşem netice-
lerin husulüne ve zuhuruna vesile olur. güya o tek nefer,
kâinat yüzündeki muhteşem manevraya bir kumandanlık
eder.
Lem’aLar | 903 |
o
Tuzuncu
l
em
a
neferat:
neferler, rütbesiz asker-
ler.
netice:
sonuç.
sema:
Mevlevî ayinlerinde tarikat
mensuplarının musiki eşliğinde
cezbe hâlinde ayakta dönme ha-
reketi.
semavat:
semalar, gökler.
semavî:
semaya ait, gökten ge-
len.
sinemavari:
sinema şeridi gibi.
suret:
biçim, görünüş.
tabur:
dört bölükten meydana ge-
len askerî birlik.
tahsil:
hâsıl etme, elde etme.
tebdil:
değiştirme, dönüştürme.
temsil:
benzetme, misal getirme.
ulvî:
yüksek, yüce.
umum:
bütün.
vakit:
zaman.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
vücut:
var olma, varlık.
zat:
şahıs, kişi.
Zat-ı Ferd-i Vahid:
tek ve benzer-
siz olan Allah.
ziyade:
fazla.
zuhur:
görünme, meydana çıkma.
amir:
emreden.
arz:
yer, dünya.
cezp:
kendine doğru çekme.
çavuş:
onbaşıdan sonra gelen
erbaş rütbesi.
emir:
buyruk.
güya:
sanki.
hâkim-i mutlak:
tam anla-
mıyla hükmedici, sahip ve
idare edici.
harekât:
hareketler.
haşmetli:
ihtişamlı, heybetli,
görkemli, gösterişli.
havale etme:
bir işi veya bir
şeyin yetkisini başkasına bı-
rakma, devretme.
husul:
meydana gelme.
istihsal:
hâsıl etme, elde etme.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kubbe:
yarım küre veya küm-
betimsi yapılan bina damı.
kumandanlık:
komutanlık.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
levha:
manzara, görünüş.
mahkûm-i mutlak:
mutlak
anlamda hükmedilen, hakim
olunan.
manevra:
gidip gelerek yapı-
lan hareket.
matlûp:
istenilen.
meczup:
cezp edilmiş.
meselâ:
örneğin.
mevlevî:
Mevlevî tarikatine
mensup olan.
muallâk:
asılı, bir yere dayan-
madan havada duran.
muhteşem:
ihtişamlı, haş-
metli, görkemli.
münakaşa:
tartışma.
müşkülât:
güçlükler, zorluk-
lar.
nakıs:
noksan, eksik.
nefer:
fert.
1...,893,894,895,896,897,898,899,900,901,902 904,905,906,907,908,909,910,911,912,913,...1406
Powered by FlippingBook