Lem'alar - page 917

Ve bundan anla ki, bu hayatın gayesini “rahatça yaşa-
mak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârâne nimetlen-
mektir” diyenler, gayet çirkin bir cehaletle, münkirâne,
belki de kâfirâne, bu pek çok kıymettar olan hayat nime-
tini ve şuur hediyesini ve akıl ihsanını istihfaf ve tahkir
edip dehşetli bir küfran-ı nimet ederler.
İKİNCİ remİZ
İsm-i
Hayy
’ın bir cilve-i azamı ve ism-i
Muhyî’
nin bir
tecelli-i eltafı olan bu hayatın Birinci remizdeki fihristesi
zikredilen bütün mertebeleri ve vasıfları ve vazifeleri be-
yan etmek, o vasıflar adedince risaleler yazmak lâzım gel-
diğinden, risale-i nur’un eczalarında o vasıfların, o mer-
tebelerin, o vazifelerin bir kısmı izah edildiğinden, kısmen
tafsilâtı risale-i nur’a havale edip, burada birkaç tanesi-
ne muhtasaran işaret edeceğiz.
İşte, hayatın yirmi dokuz hassalarından yirmi üçüncü
hassasında şöyle denilmiştir ki: Hayatın iki yüzü de şef-
faf, kirsiz olduğundan, esbab-ı zahiriye ondaki tasarru-
fat-ı kudret-i rabbaniyeye perde edilmemiştir.
evet, bu hassanın sırrı şudur ki: kâinatta gerçi her şey-
de bir güzellik ve iyilik ve hayır vardır. Ve şer ve çirkinlik
gayet cüz’îdir ve vahid-i kıyasîdirler ki, güzellik ve iyilik
mertebelerini ve hakikatlerinin tekessürünü ve taaddü-
dünü göstermek cihetiyle, o şer ise hayır ve o kubuh da-
hi hüsün olur. Fakat zîşuurların nazar-ı zahirîsinde gö-
rünen zahirî çirkinlik ve fenalık ve belâ ve musibetten
gelen küsmekler ve şekvalar
Zat-ı Hayy-ı Kayyum’
a te-
veccüh etmemek için, hem aklın zahirî nazarında habis,
Lem’aLar | 917 |
o
Tuzuncu
l
em
a
küfran-ı nimet:
nimete karşı nan-
körlük etme.
lâzım:
gerekli.
mertebe:
derece, basamak.
muhtasaran:
özet olarak.
musibet:
felâket, belâ, acı, sıkıntı.
münkirâne:
inkâr edercesine.
nazar:
bakış.
nazar-ı zahirî:
zahiri nazar, bir şe-
yin sadece dış görünüşüne
bakma.
nimet:
lütuf, ihsan.
perde:
örtü, engel.
remiz:
işaret.
şeffaf:
saydam.
şekva:
şikâyet, yakınma.
şer:
kötülük.
şuur:
anlayış, idrak, bilinç.
taaddüt:
birden çok olma, ço-
ğalma.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar.
tahkir:
hor görme, küçük görme.
tasarrufat-ı kudret-i rabbaniy
e:
her şeyi özelliği ve kabiliyetine uy-
gun bir tarzda terbiye eden Al-
lah’ın kudretiyle istediği her işi
gördürmesi.
tecelli-i eltaf:
hoş ve lâtif tecelli,
görüntü.
tekessür:
çoğalma.
teveccüh:
yönelme.
vahid-i kıyasî:
ölçmeye esas olan
şey, birim.
vasıf:
özellik.
vazife:
görev.
zahirî:
görünürdeki, dış görünüşle
alâkalı.
Zat-ı Hayy-ı Kayyum:
varlığı, diri-
liği her an için olup gökleri ve yer-
leri her an için tutan; her şeye, her
hususta iktidarı yeten zat, Allah.
zîşuur:
şuur sahibi, anlayışlı.
belâ:
musibet, sıkıntı.
beyan:
anlatma, izah, açık-
lama.
cehalet:
bilmezlik, cahillik.
cihet:
yön, taraf.
cilve-i azam:
en büyük tecelli,
görüntü.
cüz’î:
küçük.
dehşetli:
korkunç.
ecza:
cüzler, kısımlar.
esbab-ı zahiriye:
görünüşe ait
sebepler.
fihriste:
özet, liste, içindekiler.
gaflet:
gafillik, Allah’tan uzak-
laşıp nefsinin arzularına dal-
mak.
gayet:
son derece, çok, ol-
dukça.
habis:
pis, kötü.
hakikat:
gerçek.
hassa:
özellik, nitelik.
havale etme:
bir işi veya bir
şeyin yetkisini başkasına bı-
rakma, devretme.
hayır:
iyilik, faydalı iş.
heveskârâne:
günahlı işlere
hevesli olarak
hüsün:
iyilikler, güzellikler.
ihsan:
lütuf, ikram.
İsm-i Hayy:
Cenab-ı Hakkın
hayatı veren, dirilten anla-
mında ismi.
ism-i muhyî:
dirilten, hayat
veren anlamında Allah’ın ismi.
istihfaf:
küçümseme, hafife
alma.
işaret:
gösterme, bildirme.
izah:
anlatma, ayrıntılarıyla or-
taya koyma, eksiksiz anlatma.
kâfirâne:
kâfirce.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kısmen:
kısmî olarak.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
kubuh:
çirkinlikler.
1...,907,908,909,910,911,912,913,914,915,916 918,919,920,921,922,923,924,925,926,927,...1406
Powered by FlippingBook