Lem'alar - page 922

Acaba senin cisminde, senin bahçende ve senin vata-
nında senin hayatına lâzım ve münasip bütün levazımatı
ve cihazatı hikmet ve inayet ve rahmetle ihzar eden ve
vaktinde yetiştiren, hatta senin midenin beka ve yaşamak
arzusuyla ettiği hususî ve cüz’î olan rızık duasını bilen ve
işiten ve hadsiz leziz taamlarla o duanın kabulünü göste-
ren ve mideyi memnun eden bir
Mutasarrıf-ı Kadîr
, hiç
mümkün müdür ki, seni bilmesin ve görmesin? Ve nev-i
insanın en büyük gayesi olan hayat-ı ebediyeye lâzım es-
babı ihzar etmesin? Ve nev-i insanın en büyük, en ehem-
miyetli, en lâyık ve umumî olan beka duasını, hayat-ı uh-
reviyenin inşasıyla ve cennetin icadıyla kabul etmesin? Ve
kâinatın en mühim mahlûku, belki zeminin sultanı ve ne-
ticesi olan nev-i insanın arşı ve ferşi çınlatan umumî ve
gayet kuvvetli duasını işitmeyip, küçük bir mide kadar
ehemmiyet vermesin, memnun etmesin, kemal-i hikme-
tini ve nihayet rahmetini inkâr ettirsin? Hâşâ, yüz bin de-
fa hâşâ!
Hem hiç kabil midir ki, hayatın en cüz’îsinin pek gizli
sesini işitsin, derdini dinlesin ve derman versin ve nazını
çeksin ve kemal-i itina ve ihtimam ile beslesin ve ona dik-
katle hizmet ettirsin ve büyük mahlûkatını ona hizmetkâr
yapsın; ve sonra en büyük ve kıymettar ve bâkî ve naz-
dar bir hayatın gök sedası gibi yüksek sesini işitmesin? Ve
onun çok ehemmiyetli beka duasını ve nazını ve niyazını
nazara almasın? Âdeta bir neferin kemal-i itina ile teçhi-
zat ve idaresini yapsın ve mutî ve muhteşem orduya hiç
bakmasın? Ve zerreyi görsün, güneşi görmesin?
âdeta:
sanki.
arş:
göğün en yüksek katı.
arzu:
aşırı istek, heves.
bâkî:
ebedî, daimî, kalıcı olan.
beka:
ebedîlik, sonsuzluk.
cihazat:
cihazlar, kendilerine ihti-
yaç duyulan maddî manevî alet-
ler.
cisim:
maddî, beden, vücut.
cüz’î:
küçük.
derman:
çare, ilâç.
dikkat:
incelik, değer ve önem
verme.
dua:
niyaz, yalvarma, isteme.
ehemmiyet:
önem.
ehemmiyetli:
önemli.
esbap:
sebepler.
ferş:
yeryüzü, yer.
gaye:
maksat, hedef.
gayet:
son derece, çok, oldukça.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâşâ:
asla, kat’iyen.
hayat-ı ebedîye:
ebedî ve sonsuz
hayat.
hayat-ı uhreviye:
ahirete ait olan
hayat.
hikmet:
fayda, gaye; her şeyin be-
lirli gayelere yönelik olarak, ma-
nalı, faydalı ve tam yerli yerinde
yaratılması.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hususî:
özel.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
idare:
yönetme, çekip çevirme.
ihzar:
hazırlama.
inayet:
ihsan, lütuf, yardım.
inkâr:
reddetme, kabul ve tasdik
etmeme.
inşa:
vücuda getirme, yaratma.
kabil:
olabilir, mümkün.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kemal-i hikmet:
mükemmel hik-
o
Tuzuncu
l
em
a
| 922 | Lem’aLar
met ve gaye.
Kemal-i ihtimam:
son derece
dikkat ve özen gösterme.
kemal-i itina:
son derece dik-
kat ve itina.
kıymettar:
değerli kıymetli.
lâyık:
uygun, yakışır.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
levazımat:
lüzumlu maddeler.
leziz:
lezzetli.
mahlûk:
Allah tarafından ya-
ratılmış, yaratık.
mahlûkat:
Allah tarafından
yaratılanlar.
memnun:
hoşnut.
muhteşem:
ihtişamlı, gör-
kemli.
mutasarrıf-ı Kadîr:
her şeyi
sevk ve idare eden, tükenmez
güç ve kudret sahibi olan Al-
lah.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
mühim:
önemli.
münasip:
uygun.
naz:
cilve, işve.
nazar:
dikkat, bakış.
nazdar:
nazlı.
nefer:
rütbesiz asker, er.
netice:
sonuç.
nev-i insan:
insan türü.
nihayet:
son derece.
niyaz:
yalvarma, dua.
rahmet:
esirgeme, bağışlama,
maddî ve manevî nimetler
verme.
rızık:
yiyecek, içecek şey.
seda:
ses.
sultan:
hükümdar, padişah.
taam:
yemek.
teçhizat:
cihazlandırmalar, do-
natımlar.
umumî:
genel, bütüne ait.
vakit:
zaman.
zemin:
yeryüzü, yer.
zerre:
pek ufak parça, atom.
1...,912,913,914,915,916,917,918,919,920,921 923,924,925,926,927,928,929,930,931,932,...1406
Powered by FlippingBook