Lem'alar - page 925

hayattır ve en ziyade intişar eden ve kıymettarlığı için nüs-
haları teksir edilen ve zemin misafirhanesini gelip geçen
kafilelerle şenlendiren zîhayatlardır. Ve madem küre-i arz
bu kadar zîhayatın envaıyla dolmuş ve mütemadiyen zî-
hayat envalarını tecdit ve teksir etmek hikmetiyle, her
vakit dolar boşanır ve en hasis ve çürümüş maddelerin-
de dahi kesretle zîhayatlar halk edilerek bir mahşer-i hu-
veynat oluyor. Ve madem hayatın süzülmüş en safî hu-
lâsası olan şuur ve akıl ve en lâtif ve sabit cevheri olan
ruh, bu küre-i arzda gayet kesretli bir surette halk olunu-
yorlar; âdeta küre-i arz, hayat ve akıl ve şuur ve ervah ile
ihya olup öyle şenlendirilmiş. elbette küre-i arzdan daha
lâtif, daha nuranî, daha büyük, daha ehemmiyetli olan
ecram-ı semaviye, ölü, camit, hayatsız, şuursuz kalması
imkân haricindedir. demek gökleri, güneşleri, yıldızları
şenlendirecek ve hayattar vaziyetini verecek ve netice-i
hilkat-i semavatı gösterecek ve hitabat-ı sübhaniyeye
mazhar olacak olan zîşuur, zîhayat ve semavata müna-
sip sekeneler, her hâlde sırr-ı hayatla bulunuyorlar ki,
onlar da melâikelerdir.
Hem hayatın sırr-ı mahiyeti,
peygamberlere iman
rük-
nüne bakıp remzen ispat eder. evet, madem kâinat, ha-
yat için yaratılmış ve hayat dahi
Hayy-ı Kayyum-i Eze-
lî’
nin bir cilve-i azamıdır, bir nakş-ı ekmelidir, bir sanat-ı
ecmelidir. Madem hayat-ı sermediye, resullerin gönde-
rilmesiyle ve kitapların indirilmesiyle kendini gösterir.
(evet, eğer kitaplar ve peygamberler olmazsa, o hayat-ı
ezeliye bilinmez. nasıl ki bir adamın söylemesiyle diri ve
Lem’aLar | 925 |
o
Tuzuncu
l
em
a
grup, topluluk.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kesret:
çokluk.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
lâtif:
hoş, güzel, tatlı.
mahşer-i huveynat:
mikroskobik
canlılar topluluğu.
mazhar olmak:
nail olmak, şeref-
lenmek, ermek, elde etmek.
melâike:
melekler.
misafirhane:
geçici bekleme yeri.
münasip:
uygun.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
nakş-ı ekmel:
mükemmel nakış,
süs.
netice-i hilkat-i semavat:
gökleri
yaratmanın neticesi.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak.
nüsha:
yazılmış şey, kopya.
peygamber:
Allah’ın elçisi.
remzen:
işaret ederek, gizli bir
manayı şifreyle belirterek.
resul:
Allah’ın elçisi, peygamber.
rükün:
esas, şart.
safî:
saf olan, katışıksız, temiz.
sanat-ı ecmel:
en güzel sanat.
sekene:
bir yerde sakin olanlar,
ikamet edenler, oturanlar.
semavat:
semalar, gökler.
sırr-ı hayat:
hayatın sırrı, anlamı.
sırr-ı mahiyet:
bir şeyin mahiye-
tinin, iç yüzünün sırrı.
suret:
biçim, tarz.
şuur:
anlayış, idrak.
tecdit:
yenileme.
teksir:
çoğaltma.
vaziyet:
durum, hâl.
zemin:
yeryüzü.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîşuur:
şuur sahibi, anlayışlı.
ziyade:
fazla.
âdeta:
sanki.
camit:
cansız.
cevher:
öz.
cilve-i azam:
en büyük gö-
rüntü, tecelli.
ecram-ı semaviye:
gök cisim-
leri.
ehemmiyetli:
önemli, değerli.
enva:
çeşitler, türler.
ervah:
ruhlar.
gayet:
son derece, çok, ol-
dukça.
halk etmek:
yaratmak.
halk olma:
yaratılma.
hariç:
dış.
hasis:
bayağı, değersiz.
hayat-ı ezelîye:
zaman ve
mekânla kayıtlı olmayan ezelî
hayat sahibi olan Allah.
hayat-ı sermediye:
sonsuz tü-
kenmeyen hayat.
hayattar:
hayatlı, canlı.
Hayy-ı Kayyum-i ezelî:
za-
man ve mekânla kayıtlı olma-
yan bir hayata sahip olan ve
her canlıya hayat veren, onla-
rın varlıklarını devam ettiren
Allah.
hikmet:
fayda, gaye; her şeyin
belirli gayelere yönelik olarak,
manalı, faydalı ve tam yerli
yerinde yaratılması.
hitabat-ı Sübhaniye:
Allah’ın
kusursuz ve noksansız konuş-
ması.
hulâsa:
öz.
ihya olma:
diriltme, hayat
verme.
iman:
inanç, itikat, inanma.
imkân:
olabilirlik.
intişar:
yayılma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kafile:
birbirinin ardı sıra gön-
derilen şeylerin her parçası;
1...,915,916,917,918,919,920,921,922,923,924 926,927,928,929,930,931,932,933,934,935,...1406
Powered by FlippingBook