vücudunu muhtelif dillerle yâd ediyorlar ve ışık parmak-
larıyla ona işaret ediyorlar. Aynen öyle de,
Zat-ı Hayy-ı
Kayyum’
un
Muhyî
isminin cilve-i azamı ile berrin yüzün-
de ve bahrin içinde zîhayatların kudret-i İlâhiye ile parla-
yıp, arkalarından gelenlere yer vermek için “
Yâ Hayy!
”
deyip perde-i gaypta gizlenmeleri, bir hayat-ı sermediye
sahibi olan
Zat-ı Hayy-ı Kayyum’
un hayatına ve vücub-i
vücuduna şahadetler, işaretler ettikleri gibi; umum mev-
cudatın tanziminde eseri görünen ilm-i İlâhîye şahadet
eden bütün deliller ve kâinata tasarruf eden kudreti ispat
eden bütün bürhanlar ve tanzim ve idare-i kâinatta hü-
kümferma olan irade ve meşieti ispat eden bütün hüccet-
ler ve kelâm-ı rabbanî ve vahy-i İlâhînin medarı olan
risaletleri ispat eden bütün alâmetler, mu’cizeler ve hake-
za yedi sıfât-ı İlâhiyeye şahadet eden bütün delâil, bilittifak
Zat-ı Hayy-ı Kayyum’
un hayatına delâlet, şahadet, işaret
ediyorlar. Çünkü, nasıl bir şeyde görmek varsa, hayatı da
var; işitmek varsa, hayatın alâmetidir; söylemek varsa, ha-
yatın vücuduna işaret eder; ihtiyâr, irade varsa, hayatı
gösterir. Aynen öyle de, bu kâinatta âsârıyla vücutları
muhakkak ve bedihî olan kudret-i mutlaka ve irade-i şa-
mile ve ilm-i muhit gibi sıfatlar, bütün delâilleriyle,
Zat-ı
Hayy-ı Kayyum’
un hayatına ve vücub-i vücuduna şaha-
det ederler ve bütün kâinatı bir gölgesiyle ışıklandıran ve
bir cilvesiyle bütün dâr-ı ahireti zerratıyla beraber hayat-
landıran hayat-ı sermediyesine şahadet ederler.
Hem hayat,
melâikeye iman
rüknüne dahi bakar, rem-
zen ispat eder. Çünkü, madem kâinatta en mühim netice
alâmet:
belirti, işaret.
âsâr:
eserler.
bahir:
deniz.
bedihî:
açık olan, aşikâr.
ber:
kara.
bilittifak:
ittifakla, beraberce.
bürhan:
delil, tanık, ispat, hüccet.
cilve:
görüntü, tecelli.
cilve-i azam:
en büyük görüntü,
tecelli.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
delâil:
deliller, kanıtlar.
delâlet:
delil olma, gösterme.
delil:
bir meseleyi ispata yarayan
şey, bürhan.
eser:
iz, alâmet.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hayat-ı sermediye:
sonsuz tüken-
meyen hayat.
hüccet:
delil, bürhan, şahit.
hükümferma:
hüküm süren, hük-
meden.
idare-i kâinat:
kâinatın idaresi,
yönetimi.
ihtiyâr:
irade, kendi istek ve ar-
zularına göre hareket etme.
ilm-i İlâhî:
Allah’ın ilmi.
ilm-i muhit:
her tarafı kuşatıcı
ilim.
iman:
inanma, itikat.
irade:
dileme, isteme.
irade-i şamile:
Cenab-ı Hakkın bü-
tün kâinat ve mahlûkatı kuşatan
kudreti.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
işaret:
çeşitli ifade şekilleriyle gös-
terme.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
kelâm-ı rabbanî:
Allah’ın kelâmı.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
kudret-i İlâhîye:
Allah’ın kudre-
tiyle yaptığı işler, fiiller, tasarruf-
lar.
kudret-i mutlaka:
sonsuz ve sı-
nırsız kudret.
medar:
sebep, vesile, dayanak
noktası.
melâike:
melekler.
meşiet:
irade, arzu.
o
Tuzuncu
l
em
’
a
| 924 | Lem’aLar
mevcudat:
var olan her şey,
mahlûklar.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların âciz kaldığı şey.
muhakkak:
kesinlik kazanmış.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
muhyî:
dirilten, canlandıran,
hayat veren Allah.
mühim:
önemli.
netice:
sonuç.
perde-i gayp:
insanların bil-
meyip sadece Allah’ın bildiği
gayp âlemdeki manevî perde.
remzen:
işaret ederek, gizli bir
manayı şifreyle belirterek.
risalet:
resullük, peygamber-
lik.
rükün:
esas, şart, bir şeyi
meydana getiren esas unsur-
lardan her biri.
sıfât:
nitelikler, vasıflar.
sıfât-ı İlâhiye:
Allah’ın sıfat-
ları.
şahadet:
şahitlik.
tanzim:
düzenleme.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istediği
şekilde kullanma.
umum:
bütün.
vahy-i İlâhî:
bir emrin, bir ha-
kikatin Allah tarafından pey-
gamberlere bildirilmesi.
vücub-i vücut:
varlığının zo-
runlu ve vacip olması.
vücut:
varlık, var olma.
yâ Hayy:
ey “ezelden beri ha-
yat sahibi” olan Allah!
yâd:
anma.
Zat-ı Hayy-ı Kayyum:
varlığı,
diriliği her an için olup gökleri
ve yerleri her an için tutan;
her şeye, her hususta iktidarı
yeten zat, Allah.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zîhayat:
hayat sahibi.