kaside hükmünde olarak, manalarını hadsiz okuyucuları-
na ifade etmesidir.
•
Üçüncü nevi
ise, sâni-i zülcelâl’e aittir, ona bakar.
Her şeyin faydası ve neticesi kendine bakan bir ise, sâ-
ni-i zülcelâl’e bakan yüzlerdir ki, sâni-i zülcelâl, kendi
acaib-i sanatını kendisi temaşa eder, kendi cilve-i esma-
sına kendi masnuatında bakar. Bu azamî üçüncü nevide
hikmet-i hilkatini ifade için, bir saniye kadar yaşamak kâ-
fidir.
Hem her şeyin vücudunu iktiza eden bir sırr-ı kayyu-
miyet var ki, üçüncü şuada izah edilecek.
Bir zaman, tılsım-ı kâinat ve muamma-i hilkat cilvesiy-
le mevcudatın hikmetlerine ve faydalarına baktım, dedim:
“Acaba bu eşya neden böyle kendini gösteriyorlar, çabuk
kaybolup gidiyorlar? onların şahsına bakıyorum; munta-
zam, hikmetli giyinmiş, giydirilmiş, süslendirilmiş, sergi-
ye, temaşagâha gönderilmiş. Hâlbuki bir iki günde, belki
bir kısmı birkaç dakikada kaybolup faydasız, boşu boşuna
gidiyorlar. Bu kısa zamanda bize görünmelerinden mak-
sat nedir?” diye çok merak ediyordum. o zaman, mev-
cudatın, hususan zîhayatın dünya dershanesine gelmele-
rinin mühim bir hikmetini lûtf-i İlâhî ile buldum. o da şu-
dur:
Her şey, hususan zîhayat, gayet manidar bir kelime,
bir mektup, bir kaside-i Rabbanîdir, bir ilânname-i İlâhî-
dir. Umum zîşuurun mütalâasına mazhar olduktan ve
hadsiz mütalâacılara manasını ifade ettikten sonra, lâfzı
ve hurufu hükmündeki suret-i cismaniyesi kaybolur.
acaib-i sanat:
Cenab-ı Hakkın sa-
natının harika ve hayret uyandırıcı
durumları.
azamî:
en büyük.
bilhassa:
özellikle.
cilve:
görüntü, tecelli.
cilve-i esma:
Allah’ın isimlerinin
varlıklardaki eseri.
gayet:
son derece, çok, oldukça.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlbuki:
oysa ki.
hikmet:
fayda, gaye; her şeyin be-
lirli gayelere yönelik olarak, ma-
nalı, faydalı ve tam yerli yerinde
yaratılması.
hikmet-i hilkat:
yaratılış hikmeti.
huruf:
harfler.
hususan:
özellikle.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ifade:
anlatma, söz etme, açık-
lama.
iktiza:
gerektirme.
ilânname-i İlâhî:
Allah’ı ilân eden,
Onu tanıtan.
o
Tuzuncu
l
em
’
a
| 942 | Lem’aLar
izah:
açıkça anlatma.
kâfi:
yeter.
kaside:
kafiyeli ve övgü dolu
ifadeler içeren şiir.
kaside-i rabbanî:
her şeyi
terbiye ve idare eden Cenab-ı
Hakkı öven, metheden şiir.
lâfız:
kelime.
lûtf-i İlâhî:
Allah’ın lütfu, ik-
ramı.
maksat:
gaye.
mana:
anlam.
manidar:
ince manalı.
masnuat:
sanatla yapılmış
şeyler.
mazhar olmak:
nail olmak,
şereflenmek, kavuşmak.
mevcudat:
var olan her şey,
mahlûklar.
muamma-i hilkat:
yaratılış-
taki sır ve gizlilikler.
muntazam:
intizamlı, düzgün.
mühim:
önemli.
mütalâa:
tetkik, araştırma, in-
celeme.
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit, tür.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz celâl
sahibi ve her şeyi sanatlı ya-
ratan Allah.
sırr-ı kayyumiyet:
Allah’ın her
şeyi kendi varlığıyla ayakta
tutmasının sırrı.
suret-i cismaniye:
cisimleşmiş
şekil ve suret.
şua:
ışın.
temaşa:
bakıp seyretme.
temaşagâh:
gezinti ve eğ-
lenme yeri.
tılsım-ı kâinat:
evrenin gizli
sırrı.
umum:
bütün.
vücut:
varlık.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zîşuur:
şuurlu, bilinçli.