Lem'alar - page 972

kuru ve basit bir topraktan, rahîmâne, kerîmâne verilme-
siyle ve hadsiz o efradın kemal-i musahhariyetle evamir-i
rabbaniyeye itaatleri, rahmetinin her şeye şümulünü ve
hâkimiyetinin her şeye ihatasını gösteriyor.
Hem, zeminde değişmekte bulunan mahlûkat kafilele-
rinin sevk ve idareleri, mevt ve hayat münavebeleri ve
hayvan ve nebatatın idare ve tedbirleri dahi, her şeye ta-
allûk eden bir ilimle ve her şeyde hükmeden nihayetsiz
bir hikmetle olabilmesi, senin ihata-i ilmine ve hikmeti-
ne delâlet eder.
Hem, zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören
ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat ve manevî ci-
hazat ile teçhiz edilen ve zemin mevcudatına tasarruf
eden insan için, bu talimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat
ordugâhı zeminde ve bu muvakkat meşherde, bu kadar
ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyat-ı
rububiyet, bu hadsiz hitabat-ı sübhaniye ve bu gayetsiz
ihsanat-ı İlâhiye, elbette ve her hâlde, bu kısacık ve hü-
zünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fânî
dünyaya sığışmaz. Belki, ancak, başka ve ebedî bir ömür
ve bâkî bir dar-ı saadet için olabildiği cihetinden, âlem-i
bekada bulunan ihsanat-ı uhreviyeye işaret, belki şahadet
eder.
Ey Hâlık-ı Külli Şey!
zeminin bütün mahlûkatı, senin mülkünde, senin ar-
zında, senin havl ve kuvvetin ile ve senin kudretin ve ira-
detin ile ve ilmin ve hikmetin ile idare olunuyorlar ve
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi; ahi-
ret.
arz:
dünya.
bâkî:
devamlı, sonsuz.
belâ:
musibet, sıkıntı.
cihet:
yön.
dâr-ı saadet:
mutluluk yeri; cen-
net.
delâlet etmek:
delil olmak, gös-
termek.
ebedî:
sonsuz, bitmeyen.
efrat:
fertler, bireyler.
ehemmiyet:
önem.
evamir-i rabbaniye:
bütün var-
lıkları, besleyen, yetiştiren, büyü-
ten, uyum içinde sevk ve idare
eden Allah’ın emirleri.
fânî:
geçici, son bulan.
gayetsiz:
sonsuz.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâkimiyet:
hükmediş, kontrol ve
emir altında bulundurma, itaat et-
tirme.
Hâlık-ı Külli Şey:
her şeyin yara-
tıcısı olan Allah.
havl:
güç, kuvvet.
hayat:
dirilik, canlılık.
hayvanat:
hayvanlar.
hikmet:
yüksek bilgi; belirli gaye-
lere yönelik, faydalı, anlamlı, yerle
yerinde iş görme.
hitabat-ı Sübhaniye:
kusur ve
noksandan uzak olan Allah’ın ken-
dine has hitap ve konuşmaları.
hüzün:
üzüntü, gam.
idare olunmak:
yönetilmek, çekip
çevirilmek.
idare:
yönetilme; yönetme.
ihata:
kuşatma, sarma.
ihata-i ilim ve hikmet:
ilim ve
hikmetin her şeyi kuşatması, sar-
ması.
ihsanat-ı İlâhîye:
Allah’ın ihsanları,
lütufları.
ihsanat-ı uhreviye:
ahiretteki ih-
sanlar, ikramlar.
ilim:
biliş, bilgi.
iradet:
irade, istek, dileme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
işaret:
gösterme, bildirme.
itaat:
alınan emre göre hareket
etme, uyma.
kafile:
topluluk, grup.
keder:
üzüntü.
kemal-i musahhariyet:
tam bir
boyun eğmişlik
kerîmâne:
cömertçe, bol ihsan ile.
kudret:
güç, kuvvet.
mahlûkat:
yaratıklar, yaratılmış-
m
ÜnacaT
| 972 | Lem’aLar
lar.
manevî cihazat:
maddî olma-
yan cihazlar, donanımlar; duy-
gular.
masraf:
harcama.
meşher:
sergi yeri.
mevcudat:
yaratılmış şeylerin
tamamı, varlıklar.
mevt:
ölüm.
muvakkat:
geçici; vakitli.
mülk:
sahip olunan üzerinde
tasarruf hakkı bulunulan şey.
münavebe:
nöbetle iş görme.
nebatat:
bitkiler.
nihayetsiz:
sonsuz.
ordugâh-ı zemin:
tüm yaratı-
lanların oluşturduğu varlıklar
ordusunun konaklama yeri
olan yeryüzü.
ömür:
yaşama süresi, hayat
müddeti.
rahîmâne:
şefkat ve merha-
metle, acıyarak, esirgeyerek.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıma, esirgeme.
sevk:
yönlendirilme; yönlen-
dirme.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şümul:
kaplama, kuşatma.
taallûk eden:
ilgili ve alâkalı
olan.
talimgâh-ı dünya:
eğitim ve
öğrenim yeri olan dünya.
tasarruf etmek:
idare etmek,
kullanmak.
tecelliyat-ı rububiyet:
Ce-
nab-ı Hakkın varlıkları, besle-
mesi, büyütmesi, yetiştirmesi,
uyum içinde sevk ve idare et-
mesinin tecellileri, yansımaları.
teçhiz edilmek:
cihazlandırıl-
mak, donatılmak.
tedbir:
idare edilme.
vazife:
görev, iş.
zemin:
yer, yeryüzü.
1...,962,963,964,965,966,967,968,969,970,971 973,974,975,976,977,978,979,980,981,982,...1406
Powered by FlippingBook