olan üç ayet-i azîmeden on vücuh-i i’caziyeden yal-
nız ihbar-ı bilgayb vechinden sekiz ihbarat-ı gaybi-
yeyi beyan ediyor, şu üç ayet tek başıyla bir mu’ci-
ze-i bâhire olduğunu ispat ediyor.
tetimmesinde,
n
Ú/
?j
u
óu
°üdGn
h n
Ú
u
«p
Ñs
ædG n
øp
e r
ºp
¡r
«n
?n
Y *G n
ºn
©r
fn
G n
øj/
òs
dG n
™n
e n
?p
Ä = '
dho
Én
a
(1)
Ék
?«/
an
Q n
?p
`Ä= '
dho
G n
øo
°ùn
Mn
h Ú/
ëp
dÉs
°üdGn
h p
ABG n
ón
¡t
°ûdGn
h
ayetinin mühim bir nükte-i i’caziyesini, sure-i Fethin
ahirindeki ayetin aynı ihbar-ı gaybîsi nev’inden, gay-
bî ihbarlarına işaret eder.
Hatimesinde, kur’ân-ı Hakîm’in tevafukat cihe-
tinde i’cazî nüktelerinden gayet parlak bir nükte-i
i’caziyesini beyan edip; kur’ân Fatiha’da, Fatiha
Besmelede, Besmele
Elif, Lâm, Mim’
de bir cihette
derç edildiğini beyan ediyor.
Hem en münteşir ve mütedavil derkenar Mushaf-
larda lâfzullahın tevafukat-ı lâtife-i i’caziyesinden bi-
risi şudur ki: sahifenin ahirki satırının yukarı kıs-
mında, bütün kur’ân’da seksen ve aşağı kısmında
yine lâfza-i celâl birbiri üstünde seksen olup, tevafuk
ederek gelmesi ve sahifeler arkasında tam muvafa-
katla birbirini göstermesi, âdeta seksen adetten bir
tek lâfza-i celâl tezahür etmesi, hem ahirki satırın
tam ortasında elli beş ve başında yirmi beş, beraber
yine seksen ederek, bu seksen, o iki seksene, sek-
senlikte tevafuk ettikleri gibi, iki yüz kırk tevafukat-ı
lâtife, yalnız sahifenin ahirki satırlarında bulunması
gösteriyor ki, kur’ân-ı Azîmüşşan’ın hem âyâtı,
f
iHriST
| 996 | Lem’aLar
ahir:
son.
âyât:
Kur’ân’ın cümleleri
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ayet-i azîme:
büyük ve azametli
Besmele: “Bismillâhirrahmanirra-
hîm” demek.
beyan etmek:
açıklamak, izah et-
mek.
cihet:
yön.
derç edilmek:
içine konulmak,
yerleştirilmek.
derkenar:
sayfanın kenarına çıka-
rılan yazı.
elif Lâm mim:
Kur’ân’da “huruf-i
mukattaa” diye ifade edilen harf-
lerdir.
gaybî:
gayba, bilinmeyen ve gö-
rünmeyene ait ve onunla ilgili.
hat:
yazı.
hatime:
son, bitiş bölümü.
i’cazî:
taklidi mümkün olmayacak
derecede güzel ve düzgün söz
söyleme, âciz bırakmaya ait.
ihbar:
haber verme.
ihbarat-ı gaybiye:
bilinmeyen, gö-
rünmeyene dair haber vermeler.
ihbar-ı bilgayb:
bilinmeyen, gö-
rünmeyene dair haber verme.
ihbar-ı gaybî:
bilinmeyen, görün-
meyen, gayp âleminden verilen
haberler.
işaret etmek:
göstermek, bildir-
mek.
itaat etmek:
emre uymak.
Kur’ân-ı azîmüşşan:
şanı yüce
olan Kur’ân.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
lâfza-i celâl:
Allah lâfzı, kelimesi.
lâfzullah:
“Allah” lâfzı, kelimesi.
mushaf:
Kur’ân’ın ciltlenmiş hâli.
muvafakat:
uygunluk.
mühim:
önemli.
münteşir:
basılmış ve yayılmış.
mütedavil:
elden ele geçen, kul-
lanılan.
nakış:
işleme, süsleme.
nevi:
tür, çeşit.
nimet:
Allah’ın bağışladığı maddî
ve manevî lütuf ve ikramlar.
nükte:
dikkat edildiğinde anlaşı-
labilen ince manalı söz.
nükte-i i’caziye:
şaşırtan, âciz bı-
rakan, ancak dikkat edildiğinde
anlaşılabilecek ince mana.
sahife:
sayfa.
salih:
dinin emir ve yasakla-
rına uygun hareket eden.
sıddık:
gerçekleri ve doğruları
tereddütsüz kabul eden; çok
doğru, dürüst.
şehit:
Allah yolunda ve din uğ-
runda hayatını feda eden Müs-
lüman
tetimme:
ek, bir konuyu ya
da eseri tamamlamak için ek-
lenen kısım.
tevafuk etmek:
uygun düş-
mek, denk gelmek.
tevafuk:
uygun düşme, denk
gelme.
tevafukat:
uygun düşmeler,
denk gelmeler.
tevafukat-ı lâtife:
hoş, güzel
uygunluklar, denk gelmeler.
tevafukat-ı lâtife-i i’caziye:
mu’cizeli oluşu gösteren güzel
ve hoş uygunluklar.
tezahür etmek:
görünmek,
ortaya çıkmak.
vecih:
yüz, yön.
vücuh-i i’caziye:
mu’cizelik
yönleri.
1.
Her kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine pek büyük ni-
metler bağışladığı peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler. Onlar
ise ne güzel arkadaşlardır! (Nisâ Suresi: 69.)