altı işaretle aynı hâdiseyi göstermişler. Hâlbuki,
gavs-ı Azam, bu zamandaki hizmet-i kur’âniyenin
heyetini işaret edip, içinde bir hadimini sarahat de-
recesinde gösteriyor. Şu risale içindeki imzalar ile
gösterildiği gibi, hizmet-i kur’âniyedeki arkadaşları-
ma iştirakim var. Bir kısmı benim imzam iledir. Bir
kısmı onların tasvip ve istihraçlarıyla ve tasdikleriy-
le olduğundan, bana ait haddimden fazla hisseyi,
onların hatırları için kabul ettim. Yoksa, o risalenin
başında söylediğim gibi, bunda, öyle bir hisse-i şe-
refe hakkım yoktur.
on sene mukaddem o kaside-i gaybiyeyi görmüş-
tüm; ve bana manevî bir ihtar gibi, “dikkat et!” di-
ye kalbime geliyordu. o hatırayı iki cihetle dinlemi-
yordum.
Birincisi
: Benim ehemmiyetli bir kısım ömrüm,
şanüşeref perdesi altında hubb-i câh zehriyle zehir-
lenip öldüğü için, yeniden bu suretle nefs-i emma-
reye diğer bir şeref kapısı açmak istememekti…
İkinci cihet
: Bu muannit zamanda bedihî davala-
rı ve zahir hüccetleri kabul etmeyenlere karşı böyle
işaret-i gaybiye nev’inden hodfüruşâne bir tarzda iz-
har etmek hoşuma gitmiyordu.
en nihayet esaretimin sekizinci senesinde ve en
işkenceli ve en sıkıntılı bir zamanda gayet kuvvetli
bir teşvike muhtaç olduğumuzdan, bana ihtar edildi
ki: “Bunu, tahdis-i nimet ve bir şükr-i manevî nev'in-
f
iHriST
| 998 | Lem’aLar
bedihî:
apaçık, belli.
cihet:
yön.
dava:
takip edilen fikir, iddia
ehemmiyet:
önem.
esaret:
esirlik.
esrar-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın sırları,
gizli hakikatleri.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
namı.
gayet:
son derece, çok.
had:
sınır.
hadim:
hizmet eden, hizmetkâr.
hâdise:
olay.
heyet:
topluluk, cemiyet, cemaat.
hisse:
pay.
hisse-i şeref:
şeref hissesi, payı.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’ân hiz-
meti.
hodfüruşâne:
övünerek, kendini
beğendirmeye çalışarak.
hubb-i câh:
makam, mevki sev-
gisi.
hüccet:
delil.
ihtar:
hatırlatma, dikkat çekme.
istihraç:
bir şeyden bir şey, bir so-
nuç, bir mana çıkarma.
işaret-i gaybiye:
bilinmeyen
veya gelecekte olacak bir hâ-
diseye yapılan işaret.
işkence:
bir kimseye verilen
maddî manevî sıkıntı, zulüm.
iştirak:
ortaklık, katılım.
izhar etmek:
ortaya koymak,
açığa çıkarmak, göstermek.
izhar:
ortaya koyma, açığa çı-
karma, gösterme.
kaside-i gaybiye:
içinde gele-
cek zamanda gelecek kişilere
övgü ifadeleri bulunan düzen-
lenmiş, kafiyeli eser.
maksat:
amaç, istenilen şey,
varılmak istenen nokta.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
muannit:
inatçı.
muhtaç:
ihtiyaç duyan.
mukaddem:
önce, önceki.
mühim:
önemli.
nefs-i emmare:
insanı kötü-
lüğe yönlendiren, iyi işlerden
alıkoyan nefis, güç.
nevi:
tür, çeşit.
nihayet:
son.
ömür:
hayat süresi.
risale:
belirli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap.
sarahat:
açıklık.
suret:
şekil, biçim, tarz.
şanüşeref:
şan ve şeref.
şükr-i manevî:
manevî şükür.
tahdis-i nimet:
Allah’ın verdiği
nimeti şükrederek anlatma
tarz:
şekil, biçim; hareket şekli.
tasdik:
onaylama, kabul etme.
tasvip:
uygun ve doğru
bulma.
teşvik:
istek ve arzu uyan-
dırma, cesaret verme.
zahir:
görünür, açık.