kolaydır ki, herkes ona girmeli idi, dediğiniz hâlde;
bu
Hikmetü’l-İstiaze
’de dalâletli yolun kolay ve tah-
rip ve tecavüz olduğu için çoklar o yola sülûk ettiği-
ni beyanın, birbirine muhalif oluyor; vech-i tevfiki
nedir?” sualine karşı gayet merakaver ve mantıkî ve
kat’î bir cevap olmakla beraber; “dalâlette o kadar
dehşetli bir elem ve korku var ki, kâfir, değil haya-
tından lezzet alması, belki hiç yaşamaması lâzım ge-
lirken, ehl-i imandan ziyade kendini hayatta mes’ut
görmesinin sırrı nedir?” diye sualine karşı gayet gü-
zel bir temsil ile tam kanaat getirir bir cevaptır.
DOKUZUNCU İŞaret
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
226
“Hizbullah olan ehl-i hidayet, başta enbiya ve on-
ların başında Fahr-i Âlem sallâllâhü teâlâ Aleyhi ve
sellem, o kadar inayat-ı İlâhiyeye ve imdadat-ı süb-
haniyeye mazhar oldukları hâlde, neden hizbüşşey-
tana karşı bazen mağlûp olmuşlar? Hem Hatemü’l-
enbiyanın güneş gibi parlak nübüvveti ve risaletinin
komşuluğunda bulunan Medine münafıklarının da-
lâlette ısrarları ve hidayete girmemeleri ne içindir ve
hikmeti nedir?” diye suale karşı, herkesi alâkadar
edecek güzel ve kuvvetli bir cevaptır.
ONUNCU İŞaret
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
229
İblis’in, kendini, kendine tâbi olanlara inkâr ettir-
mek suretindeki desise maskesini yırtarak, İblis’in
pis ve mülevves yüzünü gösterip, vücudunu ispat
eder.
Lem’aLar | 1009 |
f
iHriST
ispat etmek:
doğruyu delil göste-
rerek meydana koymak.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kâinat:
yaratılmış olan her şey,
bütün âlemler, varlıklar.
kanaat getirmek:
inanmak.
kat’î:
kesin.
mağlûp olmak:
yenilmek.
mantıkî:
akla ve mantığa uygun.
mazhar olmak:
erişmek, kavuş-
mak.
merakaver:
merak verici, düşün-
dürücü.
mes’ut:
mutlu.
mevcudat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, varlıklar.
muhalif:
uymayan, aykırılık gös-
teren.
mülevves:
pis, kirli, bulaşık.
münafık:
inanmadığı hâlde inanır
görünen.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik.
sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem:
yüce Allah ona salât ve selâm ey-
lesin.
sır:
gizli hakikat; bir şeyin dikkat,
tecrübe, yetenek ve sezgi yardı-
mıyla kavranabilen en zor ve ince
yönü.
sual:
soru.
suret:
şekil, biçim, tarz.
sülûk etmek:
bir yola girmek.
şer:
kötülük, fenalık.
tâbi olmak:
uymak, arkasından
gitmek.
tahrip:
yıkma, bozma.
tecavüz:
söz veya hareketle ileri
gitme, saldırma.
temsil:
örnek, benzetme.
umum:
bütün.
vech-i tevfik:
bağdaşma yönü.
vücut:
varlık, var olma.
ziyade:
fazla, çok.
anasır-ı külliye:
her tarafa ya-
yılan unsurlar, maddeler.
beyan:
açıklama, anlatma.
dalâlet:
hak ve hakikatten,
doğru yoldan sapma.
dehşetli:
korkutucu, korkunç.
desise:
gizli hile, aldatmaca.
ehl-i dalâlet:
doğru ve hak
yoldan sapanlar, iman ve İs-
lâm’dan çıkmış olanlar.
ehl-i hidayet:
hak ve doğru
yolda olanlar, iman edenler.
ehl-i iman:
iman edenler, Al-
lah’a inananlar.
elem:
acı, sıkıntı, keder.
enbiya:
nebîler, peygamber-
ler.
Fahr-i Âlem:
âlemin kendi-
siyle övündüğü Peygamberi-
miz.
gayet:
son derece, çok.
Hatemü’l-enbiya:
Peygam-
berlerin en sonuncusu. Hz.
Muhammed (asm).
hidayet:
hak ve doğru yol
üzere olmak; İslâmiyet.
hiddet etmek:
öfkelenmek,
kızmak.
hikmet:
herkesin bilmediği
gizli sebep, gizli nokta.
hikmetü’l-istiaze:
Allah’a sı-
ğınmanın sebep, maksat ve
faydaları.
hizbullah:
Allah’a bağlı olan
topluluk.
hizbüşşeytan:
şeytanın taraf-
tarları.
iblis:
şeytan.
imdadat-ı Sübhaniye:
her ku-
sur ve eksiklikten uzak olan
Allah’ın yardımları.
inayat-ı İlâhîye:
Allah’ın yar-
dımları.
inkâr etmek:
inanmamak, ka-
bul etmemek, reddetmek.