İ k inc i Mese l e
: kardeşlerim!
eskişehir hapishanesinde, ahir zamanın hâdisatı hak-
kında gelen rivayetlerin tevilleri mutâbık ve doğru çıktık-
ları hâlde, ehl-i ilim ve ehl-i iman onları bilmemelerinin
ve görmemelerinin sırrını ve hikmetini beyan etmek ni-
yetiyle başladım, bir iki sahife yazdım; perde kapandı,
geri kaldı. Bu beş senede, beş-altı defa aynı meseleye
müteveccih olup muvaffak olamıyorum. Yalnız o mese-
lenin teferruatından bana ait bir hâdiseyi beyan etmek
ihtar edildi. Şöyle ki:
Hürriyetin bidayetinde,
Risale-i Nur
’dan çok evvel,
kuvvetli bir ümit ve itikat ile, ehl-i imanın me’yusiyetleri-
ni izale için, “İstikbalde bir ışık var, bir nur görüyorum”
diye müjdeler veriyordum. Hatta, Hürriyetten evvel de
talebelerime beşaret ederdim.
Tarihçe-i Hayat’
ımda
merhum Abdurrahman’ın yazdığı gibi,
Sünuhat
misillü
risalelerde dahi “Ben bir ışık görüyorum” diye dehşetli
hâdisata karşı o ümitle dayanıp mukabele ederdim. Ben
de herkes gibi o ışığı siyaset âleminde ve hayat-ı içtimai-
ye-i İslâmiyede ve çok geniş bir dairede tasavvur eder-
dim. Halbuki hadisat-ı âlem beni o gaybî ihbarda ve be-
şarette bir derece tekzib edip ümidimi kırardı.
Birden bir ihtar-ı gaybî ile kati kanaat verecek bir su-
rette kalbime geldi. denildi ki:
“Ciddî bir alâka ile senin eskiden beri tekrar ettiğin bir
ışık var, bir nur göreceğiz diye müjdelerin tevili ve tefsiri
ve tâbiri, sizin hakkınızda belki iman cihetiyle, âlem-i
İslâm hakkında dahi en ehemmiyetlisi
Risale-i Nur
’dur.
K
astamonu
L
âhiKası
| 49 |
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
mesele:
önemli konu.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
misillü:
gibi, benzeri.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mutabık:
birbirine uyan, uygun.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
müteveccih:
bir cihete dönen,
yönelen.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rivayet:
Hz. Peygamberden nak-
ledilen hadis.
sahife:
sayfa.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tabir:
yorum, yorumlama.
talebe:
öğrenci.
tarihçe-i hayat:
bir kimsenin ha-
yatını anlatan kitap; biyografi.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
teferruat:
ayrıntılar, dallar, bö-
lümler.
tefsir:
açıklama, izah.
tekzip:
yalanlama, yalan olduğu-
nu söyleme.
tevil:
yorumlama, yorum.
ahir zaman:
dünyanın son
zamanı ve son devresi, dünya
hayatının kıyamete yakın son
devresi.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
beşaret:
müjde.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
bidayet:
başlangıç.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
evvel:
önce.
gaybî:
gaypla ilgili, görünme-
yenlere ait.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hâdisat-ı âlem:
cihanda
meydana gelen olaylar.
hâdise:
olay.
hayat-ı içtimaiye-i islâmiye:
İslâmın getirmiş olduğu kural-
lar çerçevesinde oluşturulan
toplum hayatı.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli se-
bep, fayda.
ihbar:
haber verme, bildirme.
ihtar-ı gaybî:
gaybî olarak
yapılan hatırlatma, uyarı.
iman:
inanç, itikat.
istikbal:
gelecek zaman.
itikat:
kesin inanma, iman.
izale:
giderme, ortadan kal-
dırma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.