Hastalar Risalesi’
ni bana gönderirseniz,
İhtiyarlar Risale-
si
de beraber olsa daha iyi olur. Mektubunuzda selâm
gönderen vefadar kardeşlerime binler selâm.
Bugünlerde manevî bir muhaverede bir sual ve cevabı
dinledim. size bir kısa hülâsasını beyan edeyim.
Biri dedi
: “
Risale-i Nur
’un iman ve tevhid için büyük
tahşidatları ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en
muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken,
neden bu derecede hararetle daha yeni tahşidat yapı-
yor?”
Ona cevaben dediler
: “
Risale-i Nur
, yalnız bir cüz’î
tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor, belki küllî bir
tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde
taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız
hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, bel-
ki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit alet-
ler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı am-
meyi ve umumun, bahusus avam-ı mü’minînin istinat-
gâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırıl-
masıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi,
kur’ân’ın i’cazıyla o geniş yaralarını, kur’ân’ın ve ima-
nın ilâçları ile tedavi etmeye çalışıyor.
“elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara
hakkalyakin derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler,
cihazlar ve bin tiryak hasiyetinde mücerrep ilâçlar, had-
siz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda kur’ân-ı
Mu’cizülbeyan’ın i’caz-ı manevîsinden çıkan
Risale-i
Nur
o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz
K
astamonu
L
âhiKası
| 55 |
güvenilecek yer.
kâfî:
yeter, kâfi gelir.
kal’a:
büyük hisar.
kalb-i umumî:
umumun kalbi,
genele ait kalp, toplumun duygu-
ları.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e indiril-
miş, semavî kitapların sonuncu-
su.
Kur’ân-ı mucizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini
yapmaktan aciz bırakan Kur’an.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muhavere:
konuşma, sohbet et-
me.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
mücerrep:
tecrübe edilmiş, de-
nenmiş.
müfsit:
fesat çıkaran, fesatçı,
bozguncu.
rahne:
zarar, ziyan; gedik, yara.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
selâm:
barış, rahatlık, selamet ve
esenlik dileme.
sual:
soru.
şeair:
dinin alâmetleri, işaretleri.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tahşidat:
yığmalar, biriktirmeler,
toplamalar.
techîzat:
donanım.
tedarik:
sağlama, temin etme,
karşılama.
tedâvî:
hastalığı iyileştirme için
yapılan bakım.
teraküm:
birikme, yığılma, top-
lanma.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
tiryak:
en iyi çare, baş ilâç.
umum:
bütün, herkes.
vazife:
görev.
vefadar:
sözünde ve dostlulu-
ğunda devamlı olan, vefalı dost.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi kö-
tüden ayırabilen ve iyilik etmek-
ten lezeet duyan ve kötülükten
elem alan manevî bir his.
vicdan-ı umumî:
kamu vicdanı.
avam-ı mü’minîn:
mü’minle-
rin geniş halk tabakası, avam
olanları.
bahusus:
hususiyetle, en çok,
hele.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
cereyan:
fikir, sanat, siyaset
hareketi.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
cihaz:
aza, organ.
cüz’î:
az bir parça.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
edviye:
ilâçlar, devalar.
efkâr-ı amme:
genelin, umu-
mun, düşünceleri, umuma ait
düşünce, kamuoyu.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakkalyakin:
imanî mesele-
lerin hakikatini tam olarak
anlama.
hane:
ev.
hararet:
ateşlilik, coşkunluk,
heyecanlılık.
hasiyet:
bir şeye has özellik,
nitelik.
hususî:
özel.
hüccet:
delil.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
özeti.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyi-
leştirme, düzeltme.
i’caz:
mu’cizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz
kaldıkları şeyi yapmak.
i’caz-ı manevî:
manen muci-
ze oluş.
iman:
inanç, itikat.
islâmî:
İslâm ile alâkalı, İsla-
ma ait.
istinatgâh:
dayanak noktası,