mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır” diye-
rek uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen
işittim, hadsiz şükrettim. kısa kesiyorum.
Bu hâdise münasebetiyle yine bugünlerde hatırıma ge-
len bir vakıayı beyan ediyorum:
Ben, namaz tesbihatının ahirinde, otuz üç defa keli-
me-i tevhidi zikrederken, birden kalbime geldi ki, hadis-i
şerifte, “Bazen bir saat tefekkür bir sene ibadet hükmü-
ne geçer.”
Risale-i Nur
’da o saat var; çalış, o saati bul,
ihtar edildi. Âdeta ihtiyarsız bir surette, kur’ân’ın ayetü’l-
kübrasının iki tefsiri olan iki ayet-i kübrâ risalelerinden
mülâhhas tefekkürî bir tekellüm, tam bir saat devam etti.
Baktım, size gönderdiğim
Ayetü’l-Kübra
risalesinin Birin-
ci Makamın hülâsasından müntehap güzel bir sırrını
hülâsa ile, Yirmi dokuzuncu lem’a-i Arabiyeden müstah-
reç nurlu, tatlı fıkralardan terekküp ediyor. Ben, kemal-i
lezzetle, her gün tefekkürle okumaya başladım. Birkaç
gün sonra hatırıma geldi ki, madem
Risale-i Nur
bu
zamanın bir mürşididir; talebelerine bir vird-i ekber olabi-
lir, diye kaleme aldım. Ve bütün risalelerin hususî
menbaları, madenleri olan binden ziyade âyât-ı kur’âni-
yeyi kendi kur’ân’ımda, evvelce işaretler koyup bir Hizb-i
Azam-ı kur’ânî yapmak niyet etmiştim. Şimdi bu Hizb-i
Azam ve bu vird-i ekber,
Risale-i Nur
mensuplarına bazı
eyyam-ı mübarekede okunması için bir zaman size de
göndermek hakkınız var. İnşaallah, bir zaman sonra size
gönderilecek. Bazı kelimelerini tercüme ve bir kısım
adetâ:
sanki.
ahir:
son.
âyât-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın ayet-
leri.
ayetü’l-Kübra:
en büyük delil,
en büyük ayet; Risale-i Nur’da 7.
Şua adlı eser.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cereyan:
olma, meydana gelme.
evvelce:
daha önce.
eyyam-ı mübareke:
mübarek
günler.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
hâdise:
olay.
hadis-i şerif:
Peygamberimizden
aktarılan sözlerin genel adı.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hizb-i âzam:
Risâle-i Nur’da ge-
çen Kur’ân Kyetlerinin toplandığı
eserin adı.
hizb-i âzam-ı Kur’ânî:
Risale-i
Nur’da geçen Kur’ân âyetlerinin
toplandığı eserin adı.
hususî:
özel.
hükmüne:
yerine, değerine.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, özeti.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ihtiyarsız:
irade ve istem dışı.
inkişafat:
inkişaflar, açılmalar,
gelişmeler.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
Kelime-i tevhid:
tevhid-i İlâhîyi
ifade eden lâilahe illallah Muham-
medün Resulullah cümlesi.
kemal-i lezzet:
lezzetin mükem-
melliği, tam ve mükemmel lez-
zet.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e indiril-
miş, semavî kitapların sonuncu-
su.
Lem’a-i arabiye:
Arapça yazılmış
olan lem’a.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
maden:
asıl, esas, kaynak.
medar:
sebep, vesile.
menba:
kaynak.
mensup:
bir şeye veya kimseye
bağlı olan, üye.
mükâleme:
konuşma.
mülâhhas:
kısaltılmış, özetlen-
miş, özeti çıkarılmış.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
müntehap:
seçkin, güzide,
mümtaz.
mürşit:
irşat eden, doğru yo-
lu gösteren, rehber, kılavuz.
müstahreç:
alıntı yapılmış,
alınmış, bir kitaptan alınmış.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dik-
kat ve tecrübe ile anlaşılan
en ince yanı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şükür:
görülen bir iyiliğe kar-
şı hoşnutluk ve memnunluk
ifade etme, teşekkür.
talebe:
öğrenci.
tefekkür:
derin düşünme; eş-
yanın hakikatini, yaratıcının
sırlarını kavramak ve ibret al-
mak için zihnen ve kalben
düşünme.
tefekkürî:
tefekküre ait, dü-
şünce ile ilgli.
tefsir:
açıklama, izah.
tekellüm:
söyleme, konuş-
ma.
terakkiyat:
ilerlemeler, geliş-
meler, yükselişler.
terekküp:
bileşim.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı
Hakkın bütün noksan sıfatlar-
dan uzak ve bütün kemal sı-
fatlara sahip olduğunu ifade
eden sözler.
vakıa:
olay.
vird-i ekber:
en büyük dua,
zikir.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak
dua etme, Allah’ı anma.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
| 56 | K
astamonu
L
âhiKası