El cevap:
üstadımız diyor ki: “evet, bu zamanda me-
rakla radyo vasıtasıyla ciddî alâkadarâne küre-i arzdaki
boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, mad-
dî ve manevî pek çok zararları vardır: ya aklını dağıtır,
manevî bir divane olur; ya kalbini dağıtır, manevî bir din-
siz olur; ya fikrini dağıtır, manevî bir ecnebi olur.
“evet, ben kendim gördüm. lüzumsuz bir merakla
mütedeyyin iken âmî bir adam, biri de ilme mensubiyeti
varken, eskiden beri İslâm düşmanı olan bir kâfirin mağ-
lûbiyetiyle ağlamak derecesinde bir mahzuniyet ve Âl-i
Beytten seyyidler cemaatinin bir kâfire karşı mağlûbiye-
tinden mesruriyetini gördüm. Böyle âmî bir adamın alâ-
kası bir geniş daire-i siyaset hatırı için böyle kâfir bir düş-
manı, mücahit bir seyyide tercih etmek, acaba divaneli-
ğin ve aklı dağıtmaklığın en acîb bir misali değil midir?
“evet, haricî siyaset memurları ve erkân-ı harpler ve
kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan si-
yasetin geniş dairelerine ait mesaili basit fikirli ve idare-i
ruhiye ve diniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve kar-
yesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla onları
meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalp-
lerini de hakaik-ı imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini,
şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek
ve manen öldürmekle dinsizliğe yer ihzar etmek tarzın-
da, kemal-i merakla onlara göre malâyanî ve lüzumsuz
mesail-i siyasiyeyi radyo ile ders verip dinlettirmek,
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
alâkadarâne:
ilgilenerek, alâka
göstererek.
âl-i Beyt:
Hz. Muhammed’in
(asm) ailesinden olan, Hz. Mu-
hammed’in (asm) ev halkı.
âmî:
bilgisiz, cahil.
cemaat:
topluluk.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
daire-i siyaset:
siyaset dairesi.
divane:
deli, aklı başında olma-
yan.
ecnebi:
yabancı.
elcevap:
cevap olarak.
erkân-ı harp:
harb erkanı, asker-
lik ilminde ihtisas yapmış kimse,
kurmay.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakaik-ı islâmiye:
İslâmiyetin
gerçekleri, İslâma ait hakikatler.
haricî:
dışa ait, dış dünya ile ilgili.
idare-i beytiye:
evini idare et-
mek.
idare-i karye:
köyünü idare et-
mek.
idare-i ruhiye ve diniye:
ruhen
ve dinen kendini idare etmek ve
korumak.
idare-i şahsiye:
kendi şahsını
idare etmek.
ihzar:
hazır etme, hazırlama.
kafir:
Allah’ı ve İslamiyeti inkar
eden, dinsiz.
kemal-i merak:
merakın son de-
recesi, tam bir merak.
kumandan:
komutan.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
mahzuniyet:
üzgün olmak,
mahzunluk, hüzünlülük.
malâyani:
manasız, faydasız,
boş (şey).
manen:
mana bakımından,
manaca.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mensubiyet:
mensup olma,
bağlı oluş.
mesail:
meseleler.
mesail-i siyasiye:
siyasî me-
seleler.
mesruriyet:
mesrur olma, se-
vinme, sevinçlilik.
misal:
örnek.
mücahit:
din uğrunda ve Al-
lah rızası için savaşan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
mütedeyyin:
dinin emirlerini
eksiksiz yerine getiren, din-
dar, dine bağlı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
serseri:
gayesiz, hedefsiz;
öteden beri başıboş olan.
seyyid:
Hz. Muhammed’in
(asm) torunu Hz. Hasan’ın so-
yundan olan kimse; Hz. Mu-
hammed’in temiz soyundan
gelen kimse.
şevk:
keyif, neşe, sevinç.
tarz:
biçim, şekil.
üstad:
öğretici, öğretmen.
vasıta:
aracılık.
| 66 | K
astamonu
L
âhiKası