İşarat-ı kur’âniyenin, yirmi altıncı ayetinin
(1)
n
øj/
óp
dÉn
N p
ás
æ`n
ér
dG »p
Ø`n
a
sırrıyla, “risale-i nur talebeleri, iman
ile kabre gireceklerdir” tebşiratının sıdkını gösteren bu
açık kerametin ve tebşirat-ı azîmenin bütün kardeşlerimi-
ze tamim olunmasını,
Risale-i Nur
’un derece-i ulviyetini
ve hadimlerinin mükâfatlarının ne zaman ve ne suretle
verilmekte olduğunu aynelyakin bilinmek ve görülmek
üzere şu hakikat muvafık ise
İşarat-ı Kur’âniye
risalesine
tahşiye olunmasını rica ederim, kıymetli üstadım.
risale-i nur Şakirtlerinden
Ahmed Nazif Çelebi (r.h.)
ì@í
‡
32
·
(3)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(2)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ñ°o
S /
¬p
ªr
°SÉp
H
o
¬o
JÉn
c
n
ôn
Hn
h $G o
án
ª r
Mn
Qn
h r
º o
µ
` r
«n
?n
Y o
?n
Ó° s
ùdn
G
(4)
Én
æn
d r
ºo
àr
?n
°Sr
Qn
G BÉ n
e p
äÉn
aho
ôo
M p
On
ón
©p
H
AzizKardeşlerim!
Ahirzamana işaret eden hadisin ahirinde,
(5)
m
án
Ñ`u
«`n
W um
In
ôn
én
°ûn
c k
án
Ñ`u
«`n
W k
án
ªp
?n
c k
Ón
ãn
e
ayetine dair iki dakika için-
de ve hadisin işaretini tashih anında, anî olarak mücme-
len hatıra gelen işaret-i gaybiyenin gayet acelelik ile te-
vafuk-i cifrîsinde, zararsız bir küçük sehiv vuku bulmuş
idi. o vakitten beri daha ona dikkat etmemiştim.
ahirzaman:
dünyanın son zama-
nı ve son devresi, dünya hayatı-
nın kıyamete yakın son devresi.
ahir:
son.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
aynelyakîn:
gözle görür derece-
de inanma; bir şeyi görerek ve
seyrederek bilme.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
dair:
alakalı, ilgili.
derece-i ulviyet:
yücelik, yük-
seklik derecesi.
gayet:
son derece.
hadim:
hademe, hizmetçi.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
söz, emir, fiil veya Hz. Peygambe-
rin onayladığı başkasına ait söz, iş
veya davranış.
hakikat:
gerçek, esas.
iman:
inanç, itikat.
işarat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın işa-
retleri.
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili işa-
ret; Hz. Peygamber, müçtehit
imamlar tarafından gayba ait ve-
rilen haberler, işaret yolu ile yapı-
lan açıklamalar.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
muvafık:
yerinde, uygun.
mücmelen:
kısa ve özlü bir şekil-
de, özet olarak.
mükâfat:
iyi bir iş veya hizmet-
ten dolayı verilen şey, ödül.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sehiv:
hata, yanlışlık.
sıdk:
doğruluk.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en in-
ce yanı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahşiye:
haşiye yazma, açık-
layıcı yazı yazma, derkenar.
talebe:
öğrenci.
tamim:
umumileştirme, yay-
ma, herkese duyurma.
tashih:
basılacak bir eserin
dizgilerini kontrol ederek
yanlışları düzeltme.
tebşirat:
müjdeler, müjdele-
meler, müjde vermeler.
tebşirat-ı azîme:
büyük müj-
deler.
tevafuk-i cifrî:
cifir manaları-
nın birbiribe yakınlığı ve
denkliği.
üstad:
öğretici, öğretmen.
vuku:
olma, meydana gelme.
1.
Onlar da cennette ebedî kalacaklardır. (Hûd Suresi: 108.)
2.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.
3.
Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp, Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
4.
Bize gönderdiğiniz harfler sayısınca, Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun.
5.
Kelime-i tayyibeyi Allah hoş bir ağaca benzetmiştir ki... (İbrahim Suresi: 24.)
| 74 | K
astamonu
L
âhiKası