Risale-i Nur
’un pek çok kerametlerinden bir kaçını arz
ediyorum. Şöyle ki:
Risale-i Nur
tercümanı ve müellif ve sahibi bulunan zat,
bin üç yüz yirmi dört (1324) ve yirmi beş (25) rumî se-
nelerinde, İstanbul’da iştiharla
Bediüzzaman
namı ve lâ-
kabı altında matbuatın sitayişle neşriyatından mütehassis
olarak, o zaman on yedi yaşımda bulunduğum ve çok ca-
hil ve çocukluk devresinde iken, bu mübarek isim kalbim-
de yer tutmuş. Ve bu kalbî muhabbet hürmeti için olacak
ki, bin üç yüz yirmi altı (1326) senesinde Hazret-i üsta-
dın, Bediüzzaman
Said-i Kürdî
lâkabı altında karadeniz
seyahatinde iki hizmetkârı ile İnebolu’yu ziyaret ederek,
o zaman İnebolu’nun meşhur ulemasından Hacı ziya ve
diğer ulema arasında vapura teşyi edildiği sırada tesadü-
fen çarşıda karşıladığım ve çok derin muhabbet hissiyle
bu mübarek zata selâm durarak mütebessim ve nuranî si-
malarıyla ve keskin nazarlarıyla selâmlarına ve manevî na-
zarlarıyla iltifatlarına mazhar olduğum günden beri artan
muhabbet ve alâkamı, otuz senelik hatırımdan kat’iyen
silinmediğini aynelyakin görüyordum.
tahminen ve takriben altı sene evvel bir gazete sütu-
nunda Isparta’da halkın fazla alâka göstermesinden, din
ve iman telkin etmesinden ürken ehl-i dünya tarafından
tevkif edildiğini teessürle okumuştum. otuz senelik uzun
bir zaman içinde bir defa böyle acı haber aldığım hâlde,
akıbetinden kat’iyen başka bir malûmat edinememiştim.
on seneden beri Cenab-ı rabbülâlemîn Hazretlerinden
niyazımda, daima beş vakit dualarımda, “Yâ rab! Bana
akıbet:
nihayet, son.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
arz:
sunma, bildirme.
aynelyakîn:
gözle görür derece-
de inanma; bir şeyi görerek ve
seyrederek bilme.
Bediüzzaman:
zamanın, çağın
eşsiz güzelliği.
Cenab-ı Rabbülâlemîn:
bütün
alemleri terbiye ve idare eden
Cenab-ı Hak.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dün-
ya adamı, ahireti düşünmeyen.
evvel:
önce.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
hürmet:
saygı.
iltifat:
güzel sözler söyleyerek bi-
rini samimî olarak okşama.
iman:
inanç, itikat.
iştihar:
meşhur olma, şöhret bul-
ma, tanınma.
kalbî:
içten, gönülden, yürekten,
samimî.
kat’iyen:
katî olarak, kesin ola-
rak, kesinlikle.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
lâkap:
ünvan.
malûmat:
bilgiler, bilinen şeyler.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
matbuat:
basılmış şeyler, kitap-
lar, gazeteler, v.s.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
meşhur:
şöhretli, ünlü, herkesin
bildiği.
muhabbet:
sevgi, sevme.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müellif:
eser telif eden, ya-
zan.
mütebessim:
tebessüm
eden, gülümseyen, gülen, gü-
leç.
mütehassis:
hislenen, duygu-
lanan.
nam:
ad.
nazar:
bakış.
neşriyat:
yayınlar.
niyaz:
yalvarma, yakarma.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
Rumî:
Rumî tarih ve sene,
Rumî takvim.
selâm:
barış, rahatlık, sela-
met ve esenlik dileme.
sima:
yüz, çehre.
sitayiş:
övme, övüş, methet-
me, sena.
tahminen:
tahminî olarak,
yaklaşık olarak, aşağı yukarı.
takriben:
tahminen, yaklaşık
olarak, aşağı yukarı.
teessür:
kederlenme, üzül-
me, acı duyma.
telkin:
fikir aşılama, zihinde
yer ettirme.
tesadüfen:
tesadüf olarak,
rastgele.
teşyi:
uğurlama, gideni selâ-
metle yolcu etme.
tevkif:
tutuklama.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
üstad:
öğretici, öğretmen.
yâ Rab:
Ey Allah!.
zat:
kişi, şahıs.
| 70 | K
astamonu
L
âhiKası