Bu defa, cidden ve hakikaten Mübarekler Heyetinin
cem ve telif ettikleri
Lâhika Risalesinin
o ayete dair fık-
ranın kitabetinde bir kastî sehiv gördüm. o ihtardarâne
kastî sehiv, benim kusurkârâne sehvimi bildirdi. o çok
müdakkik ve çok Mübarekler Heyetine beni çok minnet-
tar ve mesrur eyledi. Şöyle ki:
(1)
k
án
Ñu
«`n
W k
án
ªp
?n
c
makamı bin iki (1002) diye sehven yazıl-
mıştı;
•
sayılmamış. doğrusu, bin on birdir (1011).
Ri-
saletü’n-Nur
’un makamına on üç farkla tevafuk etmekle
beraber, izafeten tavsife geçse
(2)
l
ás
jp
Qƒo
f l
án
dÉn
°Sp
Q
olur. Bir
…
ve
?
ilâve olur ve
şedde
gider bir
¿
noksan olur. Fakat,
(3)
k
án
Ñu
«`n
W
’deki
tenvin
, bir derece vakfolduğundan,
sayılmazsa tam tamına bir tek farkla; medde sayılmazsa,
farksız olarak tevafuk eder.
Hem, mana cihetiyle iki ayet, iki cereyana işaretleri ve
münasebetleri ve tetabukları çok kuvvetli bulunduğun-
dan, nakıs bir tevafuk ve zayıf bir emare dahi kâfidir.
Hem böyle makamlarda, böyle büyük yekûnlarda bu
gibi küçük farklar zarar vermez. Ben tahmin ederim, bu
sehiv, beşinci ayetin işaretindeki sehiv gibi ehemmiyetli
bir kısım işarat-ı gaybiyenin anahtarı olacak. Ve bu mu-
azzam ayet, otuz üçüncü ayet olmasına bir işaret idi. İn-
şaallah istikbalde bir kardeşimiz o hazineyi açacak.
ì@í
K
astamonu
L
âhiKası
| 75 |
malar.
izafeten:
izafî olarak.
kâfî:
yeter, elverir.
kasdî:
bile bile yapılan.
kitabet:
yazı yazma.
kusurkârane:
kusur edercesine.
makam:
yer, durak.
medde:
med işareti, Kur’ân-ı Ke-
rîm’de üzerine konduğu elifi uza-
tarak okutan işaret.
mesrur:
sevinçli, memnun.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
muazzam:
çok büyük, ulu, yüce.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müdakkik:
tetkik eden, inceden
inceye araştıran.
nakıs:
noksan, eksik.
Risaletü’n-nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eserleri-
nin adı.
sehiv:
hata, yanlışlık.
sehven:
yanlışlıkla, yanılarak, ha-
taen.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki de-
fa okunması gereken bir harfin
üzerine konulan ve o harfi iki de-
fa okutan işaret.
tavsif:
vasıflandırma, niteleme.
telif:
eser yazma.
tenvin:
Arapça bir kelimenin so-
nunu nun gibi okutmak üzere ko-
nulan işaret; kelimenin sonuna iki
üstün (en), iki esre.
tetabuk:
birbirine uygun gelme,
uyma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
vakf:
durak.
yekûn:
toplam, tutar.
zaif:
zayıf.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
cem:
toplama, bir araya getir-
me.
cereyan:
akım, fikir, sanat ve-
ya siyaset hareketi.
cidden:
ciddî olarak, gerçek
olarak.
cihet:
yön.
dair:
alakalı, ilgili.
ehemmiyetli:
önemli.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hakikaten:
hakikat olarak,
doğrusu, gerçekten.
hazine:
zengin ve değerli
kaynak.
heyet:
kurul, komite.
ihtarane:
uyarırcasına.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
istikbal:
gelecek zaman.
işarat-ı gaybiye:
gaypla ilgili
işaretler; Hz. Peygamber,
müçtehit imamlar tarafından
gayba ait verilen haberler,
işaret yolu ile yapılan açıkla-
1.
Kelime-i tayyibe… (İbrahim Suresi: 24.)
2.
Risaletü’n-Nur: Risale-i Nur’un diğer bir ismi.
3.
Güzel, hoş.