‡
19
·
Manevî bir ihtarla bir iki ince meseleyi size yazıyorum.
Bi r i nc i s i
: geçen ramazan-ı şerifte, ehl-i sünnetin
selâmet ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik
aşikâre kabulleri görünmemesine hususî iki sebep ihtar
edildi.
Birincisi:
Bu asrın acip bir hassasıdır.
(HaşİYe)
Bu asırda-
ki ehl-i İslâmın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli canile-
ri de âlicenabâne affetmesi ve bir tek haseneyi, binler
seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-i ibadı
mahveden adamdan görse, ona bir nevi taraftar çıkma-
sıdır. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalâlet ve tuğyan,
safdil taraftar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin ha-
tasına terettüp eden musibet-i ammenin devamına ve
idamesine belki teşdidine kader-i İlâhiyeye fetva verirler;
“Biz buna müstahakız” derler.
evet, elması bildiği (ahiret ve iman gibi) hâlde yalnız za-
ruret-i kat’iye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona ter-
cih etmek ruhsat-ı şer’iye var; yoksa, küçük bir ihtiyaçla
veya heves ile veya tamâ ve hafif bir korku ile tercih edil-
se, eblehâne bir cehalet ve hasarettir, tokata müstehak
eder. Hem âlicenabâne affetmek ise, yalnız kendine kar-
şı cinayetini affedebilir. kendi hakkından vazgeçse hakkı
var; yoksa başkaların hukukunu çiğneyen canilere afüv-
kârâne bakmaya hakkı yoktur, zulme şerik olur.
İkinci sebep:
Yazmaya izin olmadığından yazılmadı.
HaşİYe:
Yani,elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
afüvkârâne:
affedercesine, mer-
hamet edercesine.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlicenabâne:
cömertçesine, iyilik
sahibine yakışırcasına.
asır:
yüzyıl.
aşikâre:
apaçık, belli, aşikâr,
meydanda, zahir.
cani:
acımasız, gaddar.
cehalet:
cahillik, ilimden yoksun
olma, İlahî hakikatlerden haber-
siz olma.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
eblehâne:
akılsızcasına, ahmak-
çasına, aptalca.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i islâm:
İslâm topluluğu, Müs-
lümanlar.
Ehl-i sünnet:
İslâmı ilk günkü sa-
fiyetiyle kabul ederek dinden ol-
mayan şeyleri karıştırmayıp, Hz.
Peygamberin sünnetinden ve yo-
lundan ayrılmayanlar.
ehl-i tuğyan:
Allah’ın emirlerine
aykırı harekette bulunan günah-
kârlar.
ekall-i kalil:
azın azı, pek az, en
az.
ekseriyet:
çoğunluk.
elmas:
çok kıymetli bir mücev-
her.
fetva:
bir mesele hakkında ehil
olan kimse tarafından verilen dinî
hüküm.
fevkalâde:
olağanüstü.
hasaret:
hasar, zarar, ziyan.
hasene:
hayırlı amel, Allah rızası-
na uygun iş.
hassa:
bir şeye mahsus olan
özellik, nitelik.
haşiye:
dipnot.
heves:
gelip geçici istek.
hukuk:
haklar.
hukuk-i ibat:
kulların hukuku, in-
san hukuku.
hususî:
özel.
idame:
devamlı ve daimî kılma.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iman:
inanç, itikat.
kader-i ilâhiye:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
mahv:
yok etme, ortadan
kaldırma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mesele:
önemli konu.
musibet-i amme:
umumî
musibet, genel olan, herkesi
etkileyen belâ, âfet, v.s.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
nevi:
çeşit, tür.
ramazan-ı şerif:
mübarek,
şerefli Ramazan ayı.
ruhsat-ı şer’iye:
şeriatın ruh-
satı, İslâmiyetin izin vermesi.
safderun:
saf gönüllü, temiz
kalpli.
safdil:
saf gönüllü; hile, oyun
bilmeyen, kolay aldatılan.
selâmet:
salimlik, eminlik,
kurtuluş, korku ve endişeden
uzak olma.
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar,
kötülükler.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şerik:
ortak.
tama:
hırsla isteme, şiddetle
isteme.
taraftar:
taraflı, bir tarafı des-
tekleyen.
terettüp:
sonuç olarak çık-
ma.
teşdit:
şiddetlendirme.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
zaruret-i kat’iye:
kat’î zaru-
ret; kesin ihtiyaç, kat’î zorun-
luluk.
zulüm:
haksızlık, eziyet, iş-
kence.
| 48 | K
astamonu
L
âhiKası