nur Fabrikasının sahibi Hafız Ali’nin ve Mübareklerin
köyleri ortasında duada, sav köyü mevki almış. tam bir
senedir ahyâ yüzünden emvat dahi hisse alıyorlar.
………………
Risaletü’n-Nur
’un hizmetinde ekser şakirtleri birer ne-
vi keramet ve ikram-ı İlâhî hissettikleri gibi, bu âciz kar-
deşiniz çok muhtaç olduğu için, çok nevilerini ve çeşitle-
rini hissediyorum. Ve bu sıralarda bu havalideki şakirtler,
yeminle itiraf ediyoruz ki, biz nurun hizmetinde çalıştık-
ça, hem maişetçe, hem istirahat-i kalpçe bir genişlik, bir
ferah zahir bir surette hissediyoruz. Ben kendimce o ka-
dar hissediyorum ki, nefis ve şeytanım dahi o bedahete
karşı hayret ederek sustular.
………………
Biliniz ki, bir seneden ziyadedir, ben duada,
Risale-
tü’n-Nur
’un şakirtlerinin risalelerle alâkadar olan ezvaç
ve evlât ve valideynlerini dahi dâhil ediyorum. Bunun bir
sebebi, başta sabri olarak, orada burada bazı zatlar, ço-
luk ve çocukları ile daireye girmeleridir.
………………
Adalet-i İlâhiye, İslâmiyete ihânet eden mimsiz mede-
niyete öyle bir azab-ı manevî vermiş ki, bedevîliğin ve
vahşîliğin derecesinden çok aşağıya düşürtmüş. Avru-
pa’nın ve İngilizin yüz sene ezvak-ı medeniyesini ve te-
rakki ve tasallut ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren
mütemadî korku ve dehşet ve telâş ve buhran yağdıran
bombaları başlarına musallat etmiş. İşte böyle bir zaman-
da en lüzumlu, en ehemmiyetli, en birinci vazife imanı
K
astamonu
L
âhiKası
| 43 |
söz, fikir.
maişet:
geçim, geçinme.
mevki:
yer, makam.
mimsiz medeniyet:
deniyet ma-
nasına gelen kötü medeniyet.
musallat:
çok fazla rahatsız eden,
fazlasıyla üzerine giden ve sata-
şan.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mütemadî:
aralıksız, sürekli, de-
vamlı.
nevi:
çeşit, tür.
Risaletü’n-nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eserleri-
nin adı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tasallut:
birini rahatsız etme, mu-
sallat olma, hükmü altına alma.
terakki:
yükselme, ilerleme.
vahşî:
merhametsiz, duygusuz;
medenîleşmemiş, barbar.
valideyn:
ana ile baba.
vazife:
görev.
zahir:
açık, aşikâr.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
âciz:
zayıf, güçsüz.
adalet-i ilâhîye:
Allah’ın ada-
leti, İlâhî adalet.
ahya:
diriler, canlılar.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
azab-ı manevî:
manevî iş-
kence, manevî azap.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispa-
ta ihtiyaç olmayacak derece-
de açıklık.
bedevî:
çölde ve iptidaî tarz-
da yaşayan, medenî olma-
yan.
buhran:
bir işin tehlikeli, karı-
şık bir hâl alması, bunalım,
zor durum, kriz.
dâhil:
girme, içinde olma.
dehşet:
büyük tehlike karşı-
sında korkma ve şaşırıp kal-
ma.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
ekser:
en çok, daha ziyade.
emvat:
ölüler.
evlât:
veletler, çocuklar.
ezvaç:
hanımlar, eşler.
ezvak-ı medeniye:
medeni-
yetin nefis ve şeytan hesabı-
na olan zevkleri.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç,
sevinme.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
hisse:
pay, nasip.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ikram-ı ilâhî:
Allah’ın ikram
ve ihsanı.
iman:
inanç, itikat.
istirahat-ı kalp:
kalbin rahat-
laması, iç huzur.
keramet:
ermişçesine yapı-
lan iş, hareket veya söylenen