bârekâllah. Böyle bir zamanda, böyle ihlâslı sadâkat, li-
vechillâh uhuvvet ve fîsebilillâh muavenet, ancak âlihim-
met sıddıkînlerde bulunur. Hâlık-ı zülcelâl’e hadsiz hamd
ve şükür olsun ki, sizin gibileri, kur’ân-ı Hakîm’e hadim
ve
Risale-i Nur
’a şakirt eylemiş.
HüsrevKardeş!
senin, umum kardeşlerin namına bayram tebriki he-
sabına, başta kur’ân’ın baştaki çok şirin ve güzel cüzleri
olarak Mektubat’ın kısm-ı azamını hediye etmekliğiniz,
bin tebrik hükmünde oldu. Bin bârekâllah.
KüçükAli Kardeşim!
senin, büyük manevî hediyen beni cidden şaşırttı, çok
mütehayyir etti. o mükemmel yazılar, Büyük Ali’nin,
yoksa küçük Ali’nin mi, bilemedim. Benim için yeniden
dünyaya bir Abdurrahman, bir lütfi gelmiş gibi. Büyük
Hafız Ali’nin sisteminde bir kahraman yardımcı ve iki
mübarek ve halis ve kıymettar Mustafa’ların elinde bir el-
mas kılıç buranın fethinde benim gibi bir âcizin muave-
netine koşuyor gördüm. Maşaallah, büyük Hafız Ali’nin
nuranî ve büyük fabrikası kuleönü’nü de içine almış gi-
bi; aynı kalem, aynı tarz, aynı iktidar göstermişsin.
Risa-
le-i Nur
’un tam kametine yakışacak nakışlar, murassa el-
bise giydirmişsiniz.
ì@í
K
astamonu
L
âhiKası
| 41 |
namına, Allah aşkına.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
maşaallah:
Allah’ın istediği gibi,
Allah’ın istediği olur anlamında
hayret ve memnunluk ifade eden
bir ibare.
muavenet:
yardım.
murassa:
kıymetli taşlarla, mü-
cevherlerle, sırmalarla süslenmiş,
cevherle bezenmiş, mücevherli.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mütehayyir:
hayrete düşen, şaşı-
ran.
nakış:
işleme, süsleme.
nam:
ad, yerine.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sıddıkîn:
sıddıklar, doğru sözlü
olanlar, samimiyetle iman etmiş
olan ve bunun gereğine tam ola-
rak uyanlar.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
tarz:
biçim, şekil.
uhuvvet:
kardeşlik, din kardeşli-
ği.
umum:
bütün.
âciz:
zayıf, güçsüz.
âlihimmet:
himmeti yüksek,
gayreti çok olan.
bârekâllah:
Allah mübarek
etsin, hayırlı ve bereketli ol-
sun.
cidden:
ciddî olarak, gerçek
olarak.
cüz:
kısım, parça.
elmas:
çok değerli.
fîsebilillâh:
Allah yolunda;
karşılık beklemeksizin.
hadim:
hademe, hizmetçi.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlık-ı Zülcelâl:
Sonsuz bü-
yüklük sahibi yaratıcı, Allah.
halis:
samimî, her amelini
yalnız Allah rızası için işleyen.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemek-
sizin, sırf Allah rızası için yap-
ma.
iktidar:
güç yetme, bir işi ger-
çekleştirmek için gereken
kuvvet.
kamet:
boy, endam.
kısm-ı azam:
büyük kısım,
ekseriyet, çoğunluk.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
Kur’ân:
Allah tarafından va-
hiy yoluyla Hz. Muhammed’e
indirilmiş, semavî kitapların
sonuncusu.
Kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
livechillâh:
Allah için, Allah