asabî hastalığın sıkıntısı ve bütün bütün yalnızlık ile ka-
bil-i tahammül olmayacak çok zahmetlere maruz oldu-
ğum hâlde, Hâlık’ıma hadsiz şükür ederim ki, her derdin
en kudsî dermanı olan imanı ve iman-ı bilkaderden kaza-
ya rıza ilâcını imdadıma gönderdi, tam sabır içinde şük-
rettirdi.
ì®í
‡
9
·
Aziz ve Sıddık veHalisKardeşlerim!
rabb-i rahîm’ime hadsiz şükür olsun ki, sizin gibileri
Risaletü’n-Nur
’a sahip ve naşir ve muhafız halk etmiş;
benim gibi âciz bir bîçarenin zaif omzundaki ağır yükü
çok hafifleştirmiş.
kardeşlerim, bu defa üç mektubunuzda birden üç Hu-
lûsî, üç sabri, üç Hakkı gibi kıymettar dokuz kardeşi gör-
düm. Hapiste, Abdurrahman’ın pederi yerinde benim el-
biselerimi yamalayan Hakkı’nın, ciddî ve hakikatli uhuv-
vetini ve talebeliğini tahminimden daha ileri terakki etti-
ğini bildim, çok mesrur oldum.
Sabri Kardeş!
Beni saran ve bağlayan ağır kayıtlara ehemmiyet ver-
miyorsun. Hâlbuki buradaki evhamlı ehl-i dünya benim
ile pek fazla meşgul ve alâkadardırlar. Hatta, hatta, hat-
ta… Her ne ise…
Hem benim hakkımda, bin derece haddimden ziyade
hüsnüzan ile kıymet ve makam vermek, yalnız risale-i
nur namına ve onun hizmeti ve kur’ân elmaslarının
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
asabî:
sinirli, öfkeli.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
dellâl:
ilân eden, bir haberi du-
yurmak için yüksek sesle bağıra-
rak dolaşan kimse.
derman:
ilâç, çare.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dün-
ya adamı, ahireti düşünmeyen.
elmas:
çok kıymetli bir mücev-
her.
evham:
vehimler, zanlar, kurun-
tular.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
halk:
yaratma, yoktan var etme.
hüsnüzan:
iyi fikirde bulunup, iyi
olacağını düşünmek.
iman:
inanç, itikat.
iman-ı bilkader:
kadere inan-
mak.
imdat:
yardım.
kabil-i tahammül:
katlanılabilir,
dayanılabilir, tahammül edilebilir.
kaza:
olacağı Cenab-ı Hak tarafın-
dan bilinen ve takdir olunan şey-
lerin zamanı gelince yaratması.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân:
Allah tarafından va-
hiy yoluyla Hz. Muhammed’e
indirilmiş, semavî kitapların
sonuncusu.
makam:
yer, mevki.
maruz:
bir şeyin etkisi ve te-
siri altında bulunma.
mesrur:
sevinçli, memnun.
muhafız:
herhangi bir şeyi
korumakla vazifeli olan kişi.
nam:
ad.
naşir:
eser, neşreden, yayın-
layan, dağıtan.
peder:
baba.
Rabb-i Rahîm:
şefkat ve
merhamet sahibi olan Cenab-
ı Hak.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
Risaletü’n-nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sabır:
dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hâl ile
Allah’ı hamd etme.
talebe:
öğrenci.
terakki:
yükselme, ilerleme.
uhuvvet:
kardeşlik, din kar-
deşliği.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
zaif:
zayıf.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
| 32 | K
astamonu
L
âhiKası