âlem-i İslâm, hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevaki-i
mübarekeye Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla,
cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayet-i İlâhiye ile on-
ların muhafazası için kader mağlûbiyetimize fetva verdi.
Aynen bu cevaptan yirmi sene sonra, yine gecede,
“Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber; Mı-
sır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, si-
yaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken,
şüpheli, dağdağalı, faidesiz bir düşmana (İngiliz) taraftar-
lık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu ter-
cih etmek, böyle zeki, belki dâhî insanların nazarında
saklı kalmasının hikmeti nedir?” diye sual benden oldu.
gelen cevap, manevî canipten geldi. Bana denildi ki:
“sen, yirmi sene evvel manevî suale verdiğin cevap, se-
nin bu sualine aynı cevaptır. Yani, eğer galip tarafı ilti-
zam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibâne
mümanaat görmeyecek bir tarzda bu rejimi, âlem-i İslâ-
ma mevaki-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. üç
yüz elli milyon İslâmın selâmeti için bu zahir yanlışı gör-
mediler, kör gibi hareket ettiler.
ì@í
‡
14
·
(2)
/
?p
ó r
ªn
ë
p
H
o
íu
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
A r
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ /
¬p
ªr
°SÉp
H
Aziz, Sıddık,MübarekKardeşlerim!
sizlerin bu bayram manevî hediyeniz bayramımı öyle
bir tebrik etti ki, binler kederim olsaydı silerdi. Bin
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bîtaraf:
tarafsız.
canip:
yan, yön, cihet, taraf.
cebren:
cebirle, zorla, kuvvet kul-
lanarak, mecburî.
dağdağa:
gürültü, beyhude telâş
ve ıztırap.
evvel:
önce.
fetva:
bir mesele hakkında ehil
olan kimse tarafından verilen dînî
hüküm.
galibâne:
galip gelmiş gibi, galip
sıfatıyla.
haremeyn-i Şerifeyn:
iki mukad-
des şehir, Mekke-i Mükerreme ve
Medine-i Münevvere.
hikmet:
gizli sebep, gaye.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iltizam:
birinin tarafını tutma, ta-
rafgirlik.
inayet-i ilâhiye:
Allah’ın yardımı.
ittihat:
birleşme, birlik oluştur-
ma.
kader:
İlahî hüküm; Cenab-ı Hak-
kın takdir ve tayin etmesi.
keder:
kaygı, acı, hüzün.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mevki-i mübareke:
mübarek
mevki, yer, makam.
mimsiz medeniyet:
deniyet ma-
nasına gelen kötü medeniyet.
muhafaza:
koruma.
muzaaf:
kat kat, iki misli.
muzafferiyet:
muzafferlik,
düşmana üstün gelme, galibi-
yet.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
mümanaat:
mâni olma, en-
gelleme.
nam:
ad.
nazar:
bakış, dikkat.
rejim:
idarede tutulan yol,
yönetme tarzı, düzenleme bi-
çimi.
selâmet:
salimlik, eminlik,
kurtuluş, korku ve endişeden
uzak olma.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
siyaset-i âlem:
dünya siyase-
ti.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
taraftar:
taraflı, bir tarafı des-
tekleyen.
tarz:
biçim, şekil.
tatbik:
uydurma, uygulama.
teşmil:
genelleştirme, şümul-
lendirme.
zahir:
açık, aşikâr.
1.
Allah’ın adıyla.
2
. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44) )
| 40 | K
astamonu
L
âhiKası