mahfuz kaldıklarının sebebi,
Risaletü’n-Nur
’un verdiği
iman-ı tahkikî ve kuvvet-i itikadiyedir. Çünkü, böyle afat-
lar, zaaf-ı imandan neş’et eden hataların neticesidir. Ha-
disçe,
sadaka belâyı defettiği gibi
,
(1)
o kuvve-i imaniye
dahi o afata karşı derecesiyle mukabele ediyor.
ì®í
‡
12
·
Aziz ve Sıddık ve Sadık ve Fedakâr ve Vefadar
Kardeşlerim!
sizin bu defaki manevî ve nurlu hediyeniz, benim na-
zarımda Cennetü’l-Firdevsten bir testi Âb-ı kevser hedi-
yesi, âlem-i bekadan bize gelmiş gibi, ruhum inşirah ile
doldu, bütün duygularım sürurla şükrettiler. size uzun bir
mektup yazmak arzu ediyorum, fakat zaman ve hâlim
müsaade ve muvafakat etmediğinden, kısa kesmeye
mecbur oldum. Yalnız o hediyelerin hususî sahiplerine
maşaallah, bârekâllah, veffakakümullah, es’adekümullah
derim.
Bilhassa Yirmi Yedinci Mektubun medresesinde mü-
tehassirâne müştak bulunduğum kardeşlerimle maziye
gidip tekrar görüştüm ve mükerreren ayrı ayrı görüşüyo-
rum.
otuz birinci ayetin birinci mukaddemesi olan
(2)
À'
Vr
ôn
e r
ºo
à`r
æ`o
c
r
¿p
Gn
h
cümlesi bin beş yüz küsur olan ma-
kam-ı cifrîsiyle, ehl-i dalâlet tarafından aşılanan manevî
âb-ı Kevser:
Cennetteki sulardan
biri; Kevser suyu.
afat:
afetler, büyük belâ ve musi-
betler.
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi,
ahiret.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bârekâllah:
Allah mübarek etsin,
hayırlı ve bereketli olsun.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bilhassa:
özellikle.
Cennetü’l-Firdevs:
Firdevs Cen-
neti; altıncı Cennet tabakası.
def:
mâni olma, kovma, ortadan
kaldırma.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
es’adekümullah:
Allah size saa-
det ve mutluluk versin.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
söz, emir, fiil veya Hz. Peygambe-
rin onayladığı başkasına ait söz, iş
veya davranış.
hususî:
özel.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman,
imana dair bütün meseleleri in-
celeyip delil ve bürhan ile inan-
ma.
inşirah:
ferahlama, göğsün açılıp
sevinç ve huzura kavuşturulması,
rahatlama.
kuvve-i imaniye:
iman kuvveti.
kuvvet-i itikadiye:
iman gücü,
kuvveti.
mahfuz:
hıfz olunmuş, korun-
muş.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam,
cifir hesabına göre ulaşılan neti-
ce, sayı değeri.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
maşaallah:
Allah’ın istediği gibi,
Allah’ın istediği olur anlamında
hayret ve memnunluk ifade eden
bir ibare.
mazi:
geçmiş zaman.
medrese:
ders okutulan yer.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mukaddeme:
başlangıç, giriş.
muvafakat:
uyma, uyuşma, uy-
gunluk.
mükerreren:
mükerrer olarak,
tekrar olarak, tekrar be tekrar.
müsaade:
izin; elverişli, uygun ol-
ma durumu.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
mütehassirâne:
özleyerek, has-
ret çekerek.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
neş’et:
meydana gelme, oluş-
ma, çıkma.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
Risaletü’n-nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
sadaka:
Allah rızası için ihti-
yaç sahibi fakirlere yapılan
yardım.
sadık:
doğru, gerçek; sözün-
de, vaadinde, işinde doğru
olan.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hâl ile
Allah’ı hamd etme.
vefadar:
sözünde ve dostlu-
luğunda devamlı olan, vefalı
dost.
veffakakümullah:
Allah mu-
vaffak etsin, başarılı kılsın.
zaaf-ı iman:
iman zayıflığı.
1.
Muhammed Adfiş el-Mağribî, Camiü’ş-Şeml, 1:464, hadis no: 1741.
2.
Eğer hastalanırsanız… (Nisâ Suresi: 43.)
| 36 | K
astamonu
L
âhiKası