ezcümle,
Risaletü’n-Nur
’un bir hadimi ve bir tek şakir-
di, yirmi dört saatte,
Risaletü’n-Nur
talebelerinin hüsn-i
akıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına
yüz defa
Risaletü’n-Nur
talebelerine ettiği duaları içinde
hiç olmazsa yirmi otuz defa selâmet-i imanlarına ve hu-
susî hüsn-i akıbetlerine ve imanla kabre girmelerine aynı
duayı en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyor.
Hem
Risaletü’n-Nur
’un talebeleri bu zamanda, her ci-
hetten ziyade hücuma maruz olan iman hususunda bir-
birine selâmet-i iman hakkındaki samimî, masum lisan-
larıyla dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet
ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza,
mecmuu itibarıyla reddedilse, tek bir tane onların içinde
kabul olunsa, yine her biri selâmet-i iman ile kabre gire-
ceğine kâfi geliyor. Çünkü her bir dua umuma bakar.
İkinci Mesele:
Yirmi sene evvel tabedilen
Sünuhat
ri-
salesinde hakikatli bir rüyada âlem-i İslâmın mukaddera-
tını meşveret eden ruhanî bir meclis tarafından bu asrın
hesabına eski said’den sordukları suale karşı verdiği ce-
vabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir.
O zaman, o manevî meclis demiş ki:
“Bu Alman mağ-
lûbiyetiyle neticelenen bu harpte osmanlı devletinin
mağlûbiyetinin hikmeti nedir?”
Cevaben Eski Said demiş ki:
eğer galip olsaydık,
medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik;
nasıl ki yedi sene sonra edildi. Ve medeniyet namıyla
K
astamonu
L
âhiKası
| 39 |
bir konu hakkında çeşitli ve ehil
şahıslardan fikir alma.
mukadderat:
Allah tarafından
ezelde takdir olunmuş şeyler, ile-
ride meydana gelecek hâller ve
olaylar, alın yazısı.
müsaade:
izin.
nam:
ad.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara maddî ve manevî ni-
metler vermesi.
Risaletü’n-nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eserleri-
nin adı.
ruhanî:
cisim olmayıp gözle gö-
rülmeyen cin ve melâike gibi bir
mahlûk; ruha ait; ruhtan meyda-
na gelmiş melek.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
samimî:
içten, candan, gönülden.
selâmet-i iman:
imanın kurtarıl-
ması.
sual:
soru.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şerait:
şartlar.
tab:
basma, baskı.
talebe:
öğrenci.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
umum:
bütün, herkes.
yekûn:
toplam.
ziyade:
çok, fazla.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
asır:
yüzyıl.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
cihet:
yön.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
evvel:
önce.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
faraza:
farz edelim ki, öyle
sayalım ki, söz gelişi.
feda:
uğruna verme.
hadim:
hademe, hizmetçi.
hakikat:
gerçek, esas.
harp:
savaş.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
hususî:
özel.
hücum:
saldırma.
hüsn-i akıbet:
iyi netice, ha-
yırlı son.
iman:
inanç, itikat.
kâfi:
yeter, elverir.
lisan:
dil.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maruz:
bir şeyin etkisi ve te-
siri altında bulunma.
masum:
suçsuz, günahsız,
saf, temiz.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me, İlâhî tecellilerin göründü-
ğü yer olma.
meclis:
topluluk, heyet.
mecmu:
toplam, tüm.
medar:
sebep, vesile.
medeniyet:
.
mesele:
önemli konu.
meşveret:
işlerin konuşup
anlaşma yoluyla halledilmesi,