imanını kurtarmak için bir mürşit gibi yetiştiğine müte-
addit vakıalar şüphe bırakmıyor. “
Bir saat tefekkür, bir
sene ibadet-i nafile hükmünde
…”
(1)
Bir misali, nurun
Hizb-i Ekber
’idir diye müşahede ettim ve kanaat getir-
dim.
(HaşİYe)
sizlere
Risaletü’n-Nur’un Hizb-i Ekber
’ini ve kur’ân’ın
Hizb-i Azam
’ını göndermek isterdim. Fakat
Hizb-i Azam
çok uzun olduğundan daha yazdıramadım.
Hizb-i Ekber
ise; tercüme etmek istedim, şimdilik vazgeçtim. sizin gi-
bi kardeşlerin tercümeye muhtaç olmadığınızı düşünüp,
yalnız Arabî suretini göndereceğim, inşaallah.
sizlere evvelce
Ayetü’l-Kübra’
nın Birinci Makamının
Hülâsası namıyla gönderdiğim parça, o hizbin esasıdır.
İhtiyarsız, o esasa küçük fıkralar ve bazı kayıtlar ilâve
edildiği vakit, birden başka bir şekil aldı, inkişaf ve inbi-
sat ederek
Ayetü’l-Kübra
’nın misal-i musağğarı gibi, şa-
hadet-i tevhidiyesi parladı, manaları ziyalandı; ruhuma,
kalbime, fikrime büyük bir inşirah vermeye başladı. Ben
de en yorgunluk ve usanç zamanımda onu mütefekkirâ-
ne okudum, büyük zevk ve şevk hissettim.
ì@í
HaşİYe:
Ayetü’l-Kübra
’nın üçüncü menzilinin başında, Ahmed-i Farukî
Risale-i Nur
hakkında demiş ki: “Mütekellimînden biri gelecek, bütün
hakaik-ı imaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan ve ispat edecek.” zaman is-
pat etti ki, o adam, adam değil, belki
Risale-i Nur
’dur. ehl-i keşif,
Ri-
sale-i Nur
’u ehemmiyetsiz olan tercümanı sûretinde keşiflerinde müşa-
hede etmişler, “bir adam” demişler.
arabî:
Arabca.
evvelce:
daha önce.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
haşiye:
dipnot.
hizb-i azam:
Risale-i Nur’da ge-
çen Kur’ân ayetlerinin toplandığı
eserin adı.
hizb-i Ekber:
Bediüzzaman’ın Te-
fekkürname adlı eserine aldığı bir
bölüm; bir tefekkür ve dua risale-
si; Hizbü’l-Ekber-i Nuriye isimli
eser.
hizip:
bir bütünden ayrılan parça,
kısım.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, özeti.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ibadet-i nafile:
nafile ibadet, farz
olmayıp yapılmasında büyük se-
vap bulunan ibadet.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
ve arzularına göre hareket etme.
iman:
inanç, itikat.
inbisat:
ferahlama, yayılma, ge-
nişleme.
inkişaf:
manevî bir sırrın veya bir
hâlin görülmesi, keşfolunması.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
inşirah:
ferahlama, göğsün açılıp
sevinç ve huzura kavuşturulması,
rahatlama.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e indiril-
miş, semavî kitapların sonuncu-
su.
misal:
örnek.
misal-i musağğar:
küçültül-
müş örnek, bir şeyin bütün
özelliklerini taşıyan, ondan
daha küçük olan örneği.
mürşit:
irşat eden, doğru yo-
lu gösteren, rehber, kılavuz.
müşahede:
İlahî güzellikleri
ve sırları görme, seyretme.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
mütefekkirâne:
tefekkür
ederek, derin ve dikkatli dü-
şünerek.
nam:
ad.
Risaletü’n-nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
suret:
nüsha, kopya.
şahadet-i tevhidiye:
tevhitle
ilgili şahitlik; Cenab-ı Hakkın
varlığına ve birliğine şahitlik
etme, inanma.
şevk:
keyif, neşe, sevinç.
tefekkür:
derin düşünme; eş-
yanın hakikatini, yaratıcının
sırlarını kavramak ve ibret al-
mak için zihnen ve kalben
düşünme.
vakıa:
olay.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
1.
Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 1:310; Heysemî, Mecmeu’z-Zevaid, 1:78..
| 26 | K
astamonu
L
âhiKası