Ben, sizi yazılarınızda ve hatırımdan çıkmayan hide-
matınızda günde müteaddit defalar görüyorum. Ve size
olan iştiyakımı tatmin ediyorum. siz de bu bîçare karde-
şinizi risalelerde görüp sohbet edebilirsiniz.
Ehl-i hakika-
tin sohbetine zaman, mekân mâni olmaz; manevî radyo
hükmünde, biri şarkta, biri garpta, biri dünyada, biri ber-
zahta olsa da rabıta-i Kur’âniye ve imaniye onları birbi-
riyle konuşturur.
Maşaallah, barekâllah keramat-ı Aleviyenin
Risale-
tü’n-Nur
’a imzasını bu zamanda tam tasdik ettiren kera-
mat-ı kalem-i Alevî (Ali) ve kur’ân’a çok kıymettar hiz-
meti ve mu’cizat-ı Ahmediyenin
(
AsM
)
harika bir kerame-
tini gözlere gösteren ve kur’ân’ın altın bir anahtarı olan
kalem-i Hüsrevî, değil yalnız bizleri, belki ruhanîleri ve
melekleri de sevindiriyorlar.
Bu defa, elmas kalemli Mübarekler tarafından bir sual
var. Şimdilik cevap elimde değil. eğer elime verilse, size
gelir. Her gün hatırımda bulunan rüştü, re’fet, süley-
man, B.M. ve H.k. ve Abdullah ve sair isimlerini beyan
etmediğim kıymettar kardeşlerim ile hususî konuşmadı-
ğımdan gücenmesinler. Çünkü, hizmetinizin azameti ve
ehemmiyeti ve muarızların kuvveti ve şeytaneti nispetin-
de ihtiyata ve dikkate mecburuz.
Hafız Ali ile Hüsrev’in birbirleriyle ciddî bir mahviyet
içinde kardeşlik irtibatları,
Risale-i İhlâs’
ın tam sırrına
mazhar olduğunuzu bana ihsas etti, ümitlerimi fevkalâde
kuvvetlendirdi.
azamet:
büyüklük.
bârekâllah:
Allah mübarek etsin,
hayırlı ve bereketli olsun.
berzah:
ruhların kıyamete kadar
bekleyeceği, dünya ile ahiret ara-
sındaki yer.
beyan:
bildirme, açıklama, söyle-
me.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehl-i hakikat:
hakikati arzula-
yanlar, gerçeği bulup onun peşin-
den gidenler; Allah adamı.
elmas:
çok değerli.
fevkalâde:
olağanüstü.
garp:
Batı, Batıda kalan bölgeler.
harika:
olağanüstü.
hidemat:
hizmetler.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ihsas:
hissettirme, sezdirme.
ihtiyat:
uzak görüşlü olma, gele-
ceği düşünerek tedbirli hareket
etme.
irtibat:
bağ, münasebet.
iştiyak:
göreceği gelme, özleme.
kalem-i hüsrevî:
Bediüzzaman
Hazretlerinin talebelerinden Hüs-
rev Altınbaşak’ın kalemi, yazısı.
keramat-ı aleviye:
Hz. Ali’ye (r.a)
ait kerametler, olağanüstü haller.
keramat-ı kalem-i alevî:
Hz.
Ali’nin kaleminin kerameti.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e indiril-
miş, semavî kitapların sonuncu-
su.
mahviyet:
alçak gönüllülük, ken-
dini değersiz gösterme.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mâni:
engel.
| 18 | K
astamonu
L
âhiKası
maşaallah:
Allah’ın istediği
gibi, Allah’ın istediği olur anla-
mında hayret ve memnunluk
ifade eden bir ibare.
mazhar:
bir şeyin çıktığı gö-
ründüğü yer; nail olma, şeref-
lenme.
mekân:
yer, mahal.
muarız:
muhalefet eden, kar-
şı çıkan, muhalif.
mu’cizat-ı ahmediye:
Pey-
gamber Efendimizin (asm)
gösterdiği mu’cizeler.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nispet:
oran, ölçü.
rabıta-i imaniye:
imanî bağ,
iman edenleri birbirine bağla-
yan manevî bağ.
rabıta-i Kur’âniye:
Kur’ânî
bağ.
risale-i ihlâs:
İhlâs Risalesi.
Risaletü’n-nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruhanî:
gözle görülmeyen,
cismi olmayan, elle tutulama-
yan varlıklar.
sair:
diğer, başka, öteki.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dik-
kat ve tecrübe ile anlaşılan
en ince yanı.
sual:
soru.
şark:
doğu, doğu bölgeleri.
şeytanet:
şeytanlık, kurnaz-
lık, hilekârlık, aldatıcılık.
tasdik:
doğrulama, onayla-
ma.
tatmin:
insanın kalbinin ma-
nevî olarak doyması, huzur
ve sükûnete ermesi.