Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkülâtlı ve dehşetli şe-
rait içinde, bir şahs-ı manevî hükmünde bulunan
Risale-
tü’n-Nur
’u ve sırr-ı tesanüt ile bir ferd-i ferit manasında
olan şakirtlerini bu cemaat zamanında o mühim vazife-
ye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin,
ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık va-
zifesi var.
Re’fet Kardeş!
senin ile hiç olmazsa her dört günde bir kere görüş-
meye ihtiyaç ve iştiyakım varken, dört sene sonra husu-
sî görüşebildik. senin gibi hem kıymettar, tesirli diliyle ve
kuvvetli, letafetli kalemiyle
Risaletü’n-Nur
’a çok ehem-
miyetli hizmet edenler her vakit hatırımda manevî muha-
taplarım ve hayalen yanımda hazır arkadaşlarımdırlar.
Risaletü’n-Nur
’un fevkalâde tesirli intişarı nazar-ı dikkati
celp etmesinden, şimdilik ziyade ihtiyat lâzımdır.
İktisat Risalesi’
yle;
Çocukların Taziyenamesi
risaleleri
gönderilse münasiptir.
Umum kardeşlerime, hususan haslarına birer birer se-
lâm ve dua ederim. Ve o mübarek ve kıymettar arkadaş-
larımın hatırları için hem akrabalarını, hem karyelerini
kendi akrabam ve karyem içine alıp öylece dua ederek
manevî kazançlarıma teşrik ediyorum.
ì@í
K
astamonu
L
âhiKası
| 21 |
ler, zorluklar.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nefer:
asker, er.
Risaletü’n-nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eserleri-
nin adı.
selâm:
barış, rahatlık, selamet ve
esenlik dileme.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
sırr-ı tesanüt:
dayanışma sırrı.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cemaat-
teb meydana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şerait:
şartlar.
taziyename:
baş sağlığı dileyen
yazı veya mektup.
teşrik:
ortak etme.
umum:
bütün.
vazife:
görev.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
cemaat:
topluluk.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
dümdar:
ask. ordunun arka-
sındaki kuvvet, artçı.
ehemmiyetli:
önemli.
ferd-i ferit:
eşi, benzeri olma-
yan fert, seçilmiş zat.
fevkalâde:
olağanüstü.
has:
ileri gelen, seçkin olan.
hayalen:
hayalî bir şekilde.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihtiyat:
uzak görüşlü olma,
geleceği düşünerek tedbirli
hareket etme.
intişar:
yayılma, yaygınlaş-
ma, neşrolunma.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
karye:
köy.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
letafet:
lâtiflik, hoşluk, ince-
lik.
makam:
büyük yer, mevkî.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
muhatap:
kendisine hitap
olunan, söz söylenilen kimse.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
münasip:
uygun.
müşiriyet:
mareşal makamı.
müşkülât:
müşkiller, güçlük-