risaletü’n-nur ise der:
“Her kim olursan ol; bak, gör.
Yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebedi-
yenin anahtarı olan imanını kurtar.”
Hem,
risaletü’n-nur
en evvel tercümanının nefsini ik-
naa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emma-
resini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden
bir ders, gayet kuvvetli ve halistir ki, bu zamanda cema-
at şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı manevî-i dalâlet kar-
şısında tek başıyla galibâne mukabele eder.
Hem,
risaletü’n-nur
sair ulemanın eserleri gibi, yalnız
aklın ayağı ve nazarıyla ders vermez ve evliya misillü yal-
nız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve
kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh ve sair letaifin teavünü
ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar. Taarruz eden
felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çı-
kar, hakaik-ı imaniyeyi kör gözüne de gösterir.
ì@í
‡
6
·
Aziz, TamSıddıkKardeşlerim!
Benim bu dünyada medar-ı tesellim ve sürurum sizler-
siniz. eğer sizler olmasaydınız, bu dört sene azaba daya-
namazdım. sizin sebat ve metanetiniz bana da kuvvetli
bir sabır ve tahammülü verdi.
Birden hatıra gelen dört nokta:
azap:
büyük sıkıntı, şiddetli acı.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
cemaat:
topluluk, aralarında çe-
şitli bağlar bulunan insanlar top-
luluğu.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
evc-i âlâ:
en üst derece.
evliya:
velîler, Allah dostları.
evvel:
önce.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımından incele-
yen ilim.
galibâne:
galip gelmiş gibi, galip
sıfatıyla.
gayet:
son derece.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı,
esası.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
ikna:
bir fikri, düşünceyi aklî delil-
lerle kabul ettirme, inandırma.
iman:
inanç, itikat.
imtizaç:
bileşik hale gelme, kay-
naşma.
ittihat:
birleşme, birlik oluştur-
ma.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
keşif:
gizli bir şeyi veya bir sırrı
kalp gözüyle görerek öğrenme.
letaif:
manevî duygular.
medar-ı teselli:
ferahlık sebebi,
teselli kaynağı.
metanet:
metin olma, dayanıklı-
lık, sağlamlık.
misillü:
gibi, benzeri.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
nazar:
bakış, bakış açısı.
nefs:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah işlerin yapılmasını
emreden nefis.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
Risaletü’n-nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
saadet-i ebediye:
sonu ol-
mayan, sonsuz mutluluk.
sabır:
dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sair:
diğer, başka, öteki.
sebat:
sözünde durma, karar-
lı olma, azimlilik.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şahs-ı manevî-i dalâlet:
kü-
für ve dalâleti manen temsil
eden manevî şahıs.
taarruz:
bir şeyin ve kimse-
nin üzerine şiddetle saldırma.
tahammül:
zora dayanma,
kötü ve güç durumlara karşı
koyabilme, katlanma.
teavün:
yardımlaşma, birbiri-
ne yardım etme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kal-
be gelen asılsız kötü ve sinsi
düşünce.
| 28 | K
astamonu
L
âhiKası