“
Risale-i Nur
ve ondan tam ders alan biz şakirtleri, de-
ğil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karşı da
Ri-
sale-i Nur
’u alet edemeyiz ve şimdiye kadar da etmemi-
şiz. Biz, ehl-i dünyanın dünyalarına karışmıyoruz. Bizden
zarar tevehhüm etmek divaneliktir.
“
Evvelâ
: kur’ân, bizi siyasetten men etmiş; tâ ki, el-
mas gibi hakikatleri ehl-i dünyanın nazarında cam parça-
larına inmesin.
“
Saniyen
: Şefkat, vicdan, hakikat, bizi siyasetten me-
nediyor. Çünkü tokada müstahak dinsiz münafıklar on-
da iki ise; onlarla müteallik yedi sekiz masum bîçare, ço-
luk-çocuk, zayıf, hasta, ihtiyarlar var. Belâ ve musibet
gelse, o sekiz masumlar o belâya düşecekler; belki o iki
münafık dinsiz, daha az zarar görecek. onun için, siya-
set yoluyla, idare ve asayişi ihlâl tarzında, neticenin hu-
sulü de meşkûk olduğu hâlde girmek,
Risale-i Nur
’un
mahiyetindeki şefkat, merhamet, hak, hakikat şakirtleri-
ni men etmiş.
“
Salisen
: Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hü-
kûmet, ne şekilde olursa olsun,
Risale-i Nur
’a eşedd-i ih-
tiyaçla muhtaçtırlar. değil korkmak veyahut adavet et-
mek, en dinsizleri de onun dindarâne, hakperestâne düs-
turlarına taraftar olmak gerektir; meğer ki, bütün bütün
millete, vatana, hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ola.
“Çünkü, bu millet ve vatan hayat-ı içtimaiyesi ve siya-
siyesi anarşîlikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden ha-
lâs olmak için, beş esas lâzım ve zarurîdir:
adavet:
düşmanlık, husumet.
anarşi:
hükümetsiz veya siyasî
otoritesini kaybetmiş düzensiz
topluluk hâli.
asayiş:
emniyet, kanun ve nizam
hakimiyetin sağlanması.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
dindarâne:
dindar bir kimseye
yakışacak tarzda.
divane:
deli, aklı başında olma-
yan.
düstur:
kaide, esas, prensip.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dün-
ya adamı, ahireti düşünmeyen.
ehl-i hükümet:
hükümete men-
sup kimseler, milleti idare eden-
ler.
elmas:
çok kıymetli bir mücev-
her.
eşedd-i ihtiyaç:
ihtiyacın en şid-
detlisi, çok fazla muhtaç olunma.
evvelâ:
birinci olarak, her şeyden
önce, ilk olarak.
hak:
doğruluk, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, doğruluk; görü-
len bir şeyin aslı, esası.
hâkimiyet-i islâmiye:
İslâmın
hakimliği, İslâmiyetin hâkim ol-
ması.
hakperestane:
doğruluktan ayrıl-
mamacasına.
halâs:
kurtulma, kurtuluş, sela-
mete erme.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hayat-ı siyâsîye:
siyasî hayat,
politik hayat.
hıyanet:
hainlik, kendine
olan güveni kötüye kullanma.
husûl:
olma, meydana gelme.
idare:
yönetim, memleket iş-
lerinin yürütülmesi.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
tabiatı, niteliği.
masum:
suçsuz, günahsız,
saf, temiz.
men:
yasak etme, engelleme.
meşkûk:
şüpheli, şüphe edi-
len.
musibet:
felaket, bela.
münafık:
nifak sokan, arabo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
halde Müslüman görünen.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
müteallik:
ait, alâkalı, ilgili.
nazar:
bakış, nezdinde.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
taraftar:
taraflı, bir tarafı des-
tekleyen.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi
kötüden ayırabilen, iyilik et-
mekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî
his.
zarurî:
zorunlu.
| 346 | K
astamonu
L
âhiKası