Kastamonu Lahikası - page 351

diye kuvvetli bir temenni ile ümit etmiştim. Cenab-ı Hak-
ka hadsiz şükür olsun ki, o ümidim o zamandan beri ta-
hakkuk etti ve ediyor; ve şimdi tam oldu.
kardeşlerim, sizde vuku bulan küçücük kusurları çok
i’zam etmeyiniz. Yalnız ben değil, belki zannediyorum
ki, hakikate muttalî olan herkes tasdik eder ki, Isparta ve
havalisindeki risale-i nur Şakirtlerinde fevkalâde bir sa-
dâkat ve sebat ve uhuvvet ve ihlâs ve kahramanlık var ki,
bu acip zamanda binler esbab-ı fesat ve ifsat içinde vah-
detlerini ve ittifaklarını ve hizmette ciddiyetlerini muha-
faza ediyorlar.
Bu kadar fırtınalı hadiseler içinde
Risale-i Nur
’u muat-
tal bırakmadınız, söndürmediniz; belki öyle parlattırdınız
ki, bizi de ışıklandırıp gayrete getirdiniz. Ve bilhassa ba-
har mevsiminde, umumî gaflette ve derd-i maişetin ver-
diği dehşetli belâ içinde böyle kemal-i şevk ve gayretle
Risale-i Nur
’a çalışmak, hakikaten bir inayet-i İlâhiyedir.
sizleri, bütün ruhumuzla tebrik ediyoruz. Ve kalemlerini
bizim hesabımıza çalıştırmaya karar veren altı müttehit,
kahraman bir ruh, altı ceset ve altı Yeni said yerinde ve
yirmi bir kardeşimi, yirmi bir Abdurrahman ve Abdül-
mecid yerinde kabul ediyorum. Cenab-ı Hak, o kalemle-
rin siyah nur olan mürekkeplerini, hadis-i sahihin nassıy-
la, herbir dirhemini yüz dirhem şehit kanı kıymetinde
yevm-i haşir ve mizanda defter-i hasenatlarına ilâve ey-
lesin, âmin.
K
astamonu
L
âhiKası
| 351 |
sizin, sırf Allah rızası için yapma.
inayet-i ilahiye:
Allah’ın yardımı.
ittifak:
birleşme, birlik oluşturma.
i’zam:
büyütme, büyültme, bü-
yük görme.
kemal-i şevk:
tam ve kusursuz
bir istek.
kıymet:
değer.
mizan:
ahirette günah ve sevap-
ların, iyilik ver kötülüklerin ölçü-
leceği terazi, manevî ölçü aleti.
muattal:
terk edilmiş, kullanıla-
maz olmuş.
muhafaza:
koruma.
muttali:
bir işten haberi olan, bil-
gili, haberdar.
müttehit:
ittihat eden, birleşen,
birlik olmuş.
nas:
kesin delil ve hüküm getiren
ayet veya hadis.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
ruh:
can.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sebat:
sözünde durma, kararlı ol-
ma, azimlilik.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda canını fe-
da ederek savaşta vurulup ölen
Müslüman.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
tahakkuk:
gerçekleşme, meyda-
na gelme, olma.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
temenni:
olmasını veya olmama-
sını isteme; dilek, istek, arzu.
uhuvvet:
kardeşlik, din kardeşli-
ği.
umumî:
genel.
vahdet:
birlik ve teklik.
vuku:
olma, gerçekleşme, mey-
dana gelme.
yevm-i haşir:
haşir günü, ikinci
diriliş, toplanma ve hesap günü.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bilhassa:
özellikle.
ceset:
vücut, beden.
ciddiyet:
ciddîlik.
defter-i hasenat:
iyilikler, gü-
zellikler defteri, insanların
yaptığı iyiliklerin yazıldığı ma-
nevî defter.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
derd-i maişet:
geçim derdi
ve zorluğu, geçim sıkıntısı.
dirhem:
yaklaşık üç grama
denk gelen eski bir ağırlık öl-
çüsü.
esbab-ı fesat:
bozucu sebep-
ler.
fevkalâde:
olağanüstü.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
arzularına dalmak.
hâdise:
olay.
hadis-i sahih:
sahih hadis,
hakkında şüphe edilemeyen
ve doğru senetlere ve râvile-
re isnat edilerek müspet ola-
rak kesin bilinen hadis-i ne-
bevîdir.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, doğruluk;
görülen bir şeyin aslı, esası.
hakikaten:
hakikat olarak,
doğrusu, gerçekten.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
ifsat:
fesada uğratma, bozma,
karışıklık çıkarma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemek-
1...,341,342,343,344,345,346,347,348,349,350 352,353,354,355,356,357,358,359,360,361,...478
Powered by FlippingBook