risale-i nur Şakirtleri tarafından yazıp ona vermek, çok
merdane taahhütleri hatırıma geldi ve anladım ki, aslan-
lar yatağı olan Isparta ve havalisi, Mehmed zühdü’nün
hizmetini muzaaf bir surette yapacaklar ve o boşluğu
dolduracaklar.
Dördüncüsü:
lâhikaya giren Ispartalı kardeşlerimizin
mektuplarının bazılarında, üstadları hakkında ifrat ile
tavsifat gördüm. kendime de baktım; o vasıflardan, ze-
kâtı da bana düşmüyor, benim hakkım değil. dedim:
“Acaba bu hakikatperest kardeşlerim çok ikazatımla be-
raber, bu hüsnüzan ifratında, hem devamlarında fayda-
ları nedir?” kalbe ihtar edildi ki: onlar ve memleketleri
ve Isparta havalisi, onların en büyük hüsnüzanları dere-
cesinde hüsnüzanlarının yümnünü gördükleri için, Beş-
kazalı osman-ı Halidî ve topal Şükrü gibi, ehl-i velâye-
te iktidaen, o nokta-i nazardan ifrat etmemişler, bir ha-
kikat görmüşler. Fakat, nasıl keşfiyat tevile ve rüyalar ta-
bire muhtaçtır; hususî hükümler tamim edilse, bir cihet-
te hata görünür. öyle de, onlar
Risale-i Nur
’un şahs-ı
manevîsinin kendilerine ve memleketlerine ettiği fayda-
yı, o şahs-ı manevînin mümessillerinden birisi olan üstad
dedikleri bu kardeşlerine verip, o memleket hâdisesini
umumî bir hâdise nazarıyla bakıp tamim ederek, müfri-
tâne bir hüsnüzan suretinde göründü.
Beşincisi:
Hatıra geldi ki,
Risale-i Nur
’un eczaları çok-
tur. Herkes, muhtaç olduğu hâlde, bütününü elde ede-
mez. Birden,
Hüccetüllâhü’l-Baliğa
mecmuası, hatıra ce-
vap olarak geldi.
K
astamonu
L
âhiKası
| 361 |
nokta-i nazar:
görüş açısı, bakış
açısı; görüş, fikir.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cemaat-
teb meydana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
taahhüt:
bir işin yapılması için
söz verme.
tabir:
rüya yorumu.
tamim:
umumileştirme, genelleş-
tirme.
tavsifat:
tavsifler, vasıflandırma-
lar, sıfatlanması.
tevil:
yorumlama, yorum.
umumî:
genel.
üstad:
öğretici, öğretmen.
vasıf:
sıfat.
yümün:
uğur, bereket.
cihet:
yön.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısım-
lar.
ehl-i velâyet:
velî olanlar;
erenler, Allah’ın dostluğunu
kazananlar, velîlik sıfatını ta-
şıyanlar.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikatperest:
hakkı ve ha-
kikati seven, hakikate inanan,
gerçek tarafını tutan, hakikat
taraftarı, hakikat âşığı; dürüst,
doğru.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
hususî:
özel.
hüküm:
emir, buyruk.
hüsnüzan:
bir kimsenin veya
bir hadisenin iyiliği hakkında-
ki vicdanî ve iyi kanaat.
ifrat:
aşırılık, pek ileri gitme,
haddini aşma.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ikazat:
ikazlar, uyarmalar,
tenbihler.
iktidaen:
uyarak, tâbi olarak.
kesretli:
çokluğu olan, çok
fazla.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın il-
ham etmesiyle gösterilen
gaybla ilgili sırlar.
mecmua:
toplanıp, biriktiril-
miş, düzenlenmiş yazıların
hepsi.
merdane:
mertçesine.
muzaaf:
kat kat, iki misli.
müfritane:
müfrit bir şekilde,
aşırı derecede, aşırı olarak.
mümessil:
temsil eden, tem-
silci.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.