ihtimali ve ona samimî merhamet etmemesi cihetiyle,
daimî sıkıntılara ve vicdanî azaplara mukabil, izdivaçta
aldığı muvakkat bir keyif ve lezzet, bu bozuk zamanda,
ona, o vazifeye mukabil yüzden birisine mukabil gelemi-
yor. Ve bilhassa, küfüvv-i şer’î tabir edilen, birbirine se-
ciyeten ve diyaneten liyakat bulunmadığından, daha zi-
yade azap çektirir. Ve bilhassa, terbiye-i İslâmiye hari-
cinde, Müslüman nâmı altında olanlar; imandan gelen
hürmet ve merhamet-i mütekabileyi bulamadıklarından,
bütün bütün saadet-i hayatiyeyi mahvediyor, Cehennem
azâbını çektiriyor.
Hem peder, hem valide, tenasül kanunundaki vazife-
de çektikleri çok meşakkat ve gördükleri çok hizmete
mukabil, yalnız veledin dünyada, kemal-i hürmet ve ita-
atle şefkatlerine ve hizmetlerine bedel, halis bir hürmet
ve sadıkane bir itaat ve vefatlarından sonra salâhatıyla ve
hayratıyla ve dualarıyla onların defter-i a’maline hasenat
yazdırmak ve on beş seneden evvel masumen ölmüş ise,
onlara kıyamette şefaatçi olmak ve Cennette onların ku-
cağında sevimli bir çocuk olmaktır.
Şimdi ise, terbiye-i İslâmiye yerine mim’siz medeniyet
terbiyesi yüzünden ondan belki yirmiden belki kırktan bir
çocuk ancak peder ve validesinin çok ehemmiyetli hiz-
met ve şefkatlerine mukabil, mezkûr vaziyet-i ferzenda-
neyi gösterir; mütebakîsi endişelerle, şefkatlerini daima
rencide ederek, o hakikî ve sadık dostlar olan peder ve
vâlidesine vicdan azâbı çektirir ve ahirette de davacı olur,
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
azap:
eziyet, işkence; büyük sı-
kıntı, şiddetli acı.
bedel:
karşılık.
bilhassa:
özellikle.
cihet:
yön.
daimî:
sürekli, devamlı.
defter-i a’mal:
insanların işlediği
ve yaptığı şeylerin kaydedildiği
defter; amellerin defteri.
diyaneten:
ahlâk, din ve diyanet
itibariyle.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
endişe:
kaygı.
hakikî:
gerçek.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
hariç:
dışarı.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
hayrat:
hayırlar, sevap kazanmak
amacıyla Allah rızası için yapılan
iyilikler.
hürmet:
saygı.
ihtimal:
olabilirlik.
iman:
inanç, itikat.
itaat:
söz dinleme, boyun eğme,
emre uygun hareket etme.
izdivaç:
evlenme, birbirine eş ol-
ma.
kemal-i hürmet:
hürmetin mü-
kemmelliği, tam ve kusursuz mü-
kemmel hürmet.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
küfüvv-i şer’î:
şeriatın eşler ara-
sında uygun gördüğü<denklik,
birbirine uygunluk.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
mahv:
yok etme, ortadan kaldır-
ma.
masumen:
masum bir şekilde,
suçsuz ve günahsız olarak.
medeniyet:
.
merhamet-i mütekabile:
karşı-
lıklı merhamet beslemek.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı, güç-
lük, zorluk.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
mukabil:
karşılık.
muvakkat:
geçici.
mütebâkî:
geri kalan.
nam:
ad.
peder:
baba.
rencide:
incinmiş, kırılmış,
gücendirilmiş.
saadet-i hayatiye:
hayattaki
mutluluk.
sadık:
doğru, gerçek; sözün-
de, vaadinde, işinde doğru
olan.
sadıkane:
sadık olarak, doğ-
ruluk üzerine.
salâhat:
dindarlıkta çok ileri
olma hâli, günahsız ve temiz
oluş.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
seciyeten:
seciye olarak, huy,
ahlâk ve karakter itibariyle.
şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun
bağışlanmasını dileme.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
tabir:
ifade.
tenasül:
üreme, birbirinden
doğup üreme, nesil yetiştire-
rek çoğalma.
terbiye-i islâmiye:
İslâmî ter-
biye.
valide:
ana, anne.
vazife:
görev.
vaziyet-i ferzendâne:
çoçu-
ğa yakışır vaziyet, durum.
vefat:
ölme.
velet:
çocuk.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi
kötüden ayırabilen, iyilik et-
mekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî
his.
vicdanî:
vicdanla, kalbî his ile
ilgili, vicdana ait.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
| 366 | K
astamonu
L
âhiKası