gibi nurlar var. Bir kısım şakirtlerin ibadet niyetiyle risa-
leleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikme-
tini bildim, “Bârekâllah” dedim, hak verdim.
Bu mektuptaki beş altı meseleyi yazarken, nur Fabri-
kası sahibi Hafız Ali’nin mektubuyla, ihlâsta ve çalışmak-
ta ve ince düşünmekte mümtaz Hasan Atıf’ın mektubu-
nu aldık. Hafız Ali’nin mektubunda, risale-i nur Şakirt-
lerinde sırr-ı ihlâsın ne derece yüksek bir terk-i enâniyet
ve hazz-ı nefsîden teberri etmek gibi ihlâsın en yüksek
seciyeleri, risale-i nur Şakirtlerinde tezahür ediyor diye,
bir delil oldu.
Ezcümle:
Hafız Ali diyor ki: “Hüsrev kardeşimiz ken-
di kalemiyle yazılan Mu’cizatlı kur’ân’ı fotoğrafla tab’ına
taraftar olmaması ve demir harflerle müsaade oluncaya
kadar beklemeye taraftar olması, onun fevkalâde ihlâsı-
na ve nefsin huzuzatından teberrisine kat’î delildir. Çün-
kü fotoğrafla tab edilse, onun kendi hattı olduğu için,
binler kur’ân nüshalarını kendi eliyle yazmış gibi âlem-i
İslâmın manevî nazarında ve uhrevî sevap cihetinde bü-
yük ve masumâne ve zararsız bir makamı terk edip, ih-
lâsın sırrı için, hazzını unutarak, demir harflere taraftar
olmuş. Ve gösterdiği yanlışlar, düşmek sebebi ise, demir
harflerde üç defa tab’a girmek noktasında dahi o yanlış-
lar bulunabilir.
Elhâsıl
: Hafız Ali’nin ihlâsından gelen ifadesi ve Hüs-
rev’i fevkalâde ihlâs noktasında takdir etmesi; ve Hüsrev
de gayet büyük ve bâkî bir hissesini bırakıp, benim eski-
den beri tekrar ettiğim bir davam ki,
Risale-i Nur
’un
K
astamonu
L
âhiKası
| 363 |
masumâne:
masumca, suçsuz ve
günahsız bir şekilde.
mesele:
önemli konu.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük
harika işler.
mümtaz:
ayrıcalılklı, seçkin.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nüsha:
birbirinin aynı olan suret-
lerin her biri.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
seciye:
karakter, huy, tabiat.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
sırr-ı ihlâs:
ihlas sırrı, samimiyet
ve doğruluğun sırrı.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tab:
basma, baskı.
takdir:
kıymet verme, değer biç-
me.
taraftar:
taraflı, bir tarafı destek-
leyen.
teberri:
sevmeyip yüz çevirme,
uzaklaşma.
terk-i enaniyet:
benlik ve enani-
yetten vazgeçme.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bârekallah:
Allah mübarek
etsin, hayırlı ve bereketli ol-
sun.
cihet:
yön.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, bürhan.
elhasıl:
hasılı, netice itibariy-
le, kısaca.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
fevkalâde:
olağanüstü.
fevkinde:
üstünde.
gayet:
son derece.
hat:
yazı, el yazısı.
haz:
bir şeyden hoşlanma, tat
alma, zevklenme.
hazz-ı nefsî:
nefsin bir şey-
den haz duyması, lezzet al-
ması.
hikmet:
gaye, maksat.
hisse:
pay, nasip.
hizmet-i imaniye:
iman ve
Kur’an hakikatlerinin ikna
edici ve ilmî delillerle anlaşıl-
masına hizmet etme.
huzuzat:
hazlar, insanın ho-
şuna giden şeyler.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemek-
sizin, sırf Allah rızası için yap-
ma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
makam:
büyük memuriyet,
mevki.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.