evet, bu havaliye gelen Ispartalılar, asker olsun, baş-
kalar olsun, ekseriyet-i mutlaka ile beni hemşehri biliyor-
lar. Hangisi benimle görüşüyor, “sen Ispartalı mısın?”
Ben de diyorum: “Maaliftihar, ben Ispartalıyım” ve Is-
parta’da o kadar hakikî kardeşlerim ve akariblerim var
ki; meskat-ı re’sim olan nurs karyesine pekçok cihetler-
le tercih ediyorum. Ve büyük Isparta’nın bir küçük evlâ-
dı hükmünde olan Isparit nahiyemize, büyük Isparta’nın
birtek köyünü tercih ediyorum. o kadar halis, kahraman
kardeşleri bana veren Isparta, taşı da, toprağı da bana ve
belki Anadolu’ya mübarek olmuş. İnşaallah hem Anado-
lu’ya, hem âlem-i İslâma neşrettikleri nur tohumları birer
rahmete mazhar olur, sümbül verir. Hem gıda, hem zi-
ya hem deva olup, manevî galâ ve veba ve zulmü ve zul-
meti dağıtır.
•
Dördüncüsü:
sabık üç tevafuku yazdıktan sonra, bü-
yük Hafız Ali’nin gayet güzel mektubuyla, Hulûsi-i salis
Abdullah Çavuşun manidar mektubu ve Hulûsi Beyin ve
kâtip osman’ın kıymetli mektuplarını aldım. Hafız
Ali’nin mektubunda yazdığı şu fıkra, konya âlimlerinin
Risale-i Nur
’u yazmakta ve takdir etmekte olduklarını ve
tefsir sahibi Hoca Vehbi’nin (r.h.) risale-i İhlâs karşısında
mağlûbiyetle beraber,
Risale-i Nur
’a karşı hayran ve tak-
dirkâr olması münasebetiyle, Hafız Ali demiş: “
Risale-i
Nur
’un bir kerametidir. öküze et ve arslana ot atmaz.
öküze ot verir, arslana et verir. o arslan hocanın en ev-
vel, İhlâs risaleleri eline geçmiş.”
K
astamonu
L
âhiKası
| 369 |
kutlu.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
nahiye:
idarî teşkilâtlanmada ka-
za ile köy arasındaki kademe; bu-
cak.
neşr:
kitap basma, çıkarma; her-
kese duyurma, yayma.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nurs:
Risale-i Nur’un müellifi Be-
diüzzaman Said Nursî’nin doğdu-
ğu, Bitlis’in Hizan kazasının İsparit
nahiyesine bağlı olan köy.
rahmet:
şefkat, merhamet, ba-
ğışlama ve esirgeyicilik.
risale-i ihlâs:
İhlâs Risalesi.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sabık:
geçmiş.
takdirkâr:
beğenip alkışlayan,
takdir eden.
tefsîr:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıklamak
maksadıyla yazılan kitap.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
veba:
bir çeşit salgın hastalık.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
zulmet:
karanlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
akarip:
akrabalar, yakınlar.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
cihet:
yön.
deva:
ilaç, çare.
ekseriyet-i mutlaka:
mutlak
çoğunluk.
evlât:
çocuklar.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gala:
kıtlık.
gayet:
son derece.
hakikî:
gerçek.
halis:
samimî, her amelini
yalnız Allah rızası için işleyen.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
hemşehri:
aynı şehirli, aynı
memleketli.
hulûsi-i salis:
üçüncü Hulûsi.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
karye:
köy.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler veya tabiatüstü hâdiseler.
maaliftihar:
iftiharla, övüne-
rek, iftihar ederek.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
manidar:
nükteli, ince mana-
lı.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me, İlahî tecellilerin göründü-
ğü yer olma.
meskat-ı re’s:
bir kimsenin
doğduğu yer.
mübarek:
feyizli, bereketli,