hükmünde, onun metrukâtından nüshaların gönderilme-
si, bizi derinden derine sürurla şükre sevk etti.
eski talebeliğim zamanında mevsuk zatlardan, onlar
da, mühim imamlardan naklederek işittim ki: “Ciddî,
müştak, halis talebe-i ulûm, tahsilde iken vefat ettikleri
zaman, berzahta aynı tahsil misali ve bir medrese-i ma-
neviyede bulunuyor gibi, o âleme muvafık bir vaziyet ih-
san ediliyor” diye, o zaman talebe-i ulûm içinde çok de-
fa medar-ı bahis oluyordu. Şimdi bu vakitte, talebe-i ulû-
mun en halisleri risale-i nur talebeleri olduğundan, el-
bette merhum Mehmed zühdü, Asım ve lütfi gibi zatla-
rın vazifeleri devam ediyor. defter-i a’mallerine hasenat
yazmak için, manevî kalemleri, inşaallah işliyorlar. Ce-
nab-ı Hakka hadsiz şükür ediyoruz ki, sizdeki fevkalâde
gayret ve çalışmak, matbaaya ihtiyaç bırakmıyor. Bu de-
fa gönderdiğiniz risaleler çok güzel, çok mükemmel, çok
da lüzumlu. Fakat ben sehvetmiştim. on Birinci lem’a
ile telvihat-ı tis’ayı yazmadığımız hâlde, yazmışım zan-
nediyordum.
Minhacü’s-sünne bizde var. on Bir nükteden ibaret
olan on Birinci lem’a, Mirkatü’s-sünne ve telvihat-ı
tis’a ile ve ona zeyil olarak dört hatveden ibaret, risa-
le-i kaderin zeyli iken, on Yedinci sözün zeyline giren
parça dahi, telvihata zeyil olarak yazılsa münasip olur.
(1)
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äG n
ƒ'
ª°s
ùdG o
Qƒ o
f *n
G
ayetinin tecellisine bakan bir
seyahat-i kalbiye-i hayaliyeye dair iki üç sahifelik Yirmi
dokuzuncu Mektubun ahir kısımlarındaki parça dahi iç-
lerinde bulunsa güzel olur.
K
astamonu
L
âhiKası
| 371 |
bahsetmeye sebep olan, vesile
olan.
medrese-i maneviye:
dünyada
olmayıp, mana âlemindeki üni-
versite.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
metrukat:
miraslar.
mevsuk:
seğlam, güvenilir.
minhacü’s-sünne:
Bediüzzaman
Said Nursî’nin Lem’alar kitabında
yer alan bir eserinin adı.
mirkatü’s-sünne:
Peygamberi-
mizin (a.s.m) sünnetine uymanın
dereceleri. Risale-i Nur külliyatın-
dan bir risale.
misal:
benzer, örnek.
muvafık:
uygun, münasip.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasip:
uygun.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
nakil:
anlatma, söyleme, hikâye
etme.
nükte:
ince manalı, ancak dikkat-
le anlaşılabilen mana veya söz.
nüsha:
birbirinin aynı olan suret-
lerin her biri.
Risale-i Kader:
Kader Risalesi, Ri-
sale-i Nur’da Sözler mecmuası
içinde bulunan 26. söz.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sahife:
sayfa.
sehiv:
hata, yanlış.
sevk:
yöneltme.
seyahat-i kalbiye-i hayaliye:
ha-
yalen ve kalben yapılan seyahat.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
tahsil:
ilim öğrenme, bilgi edin-
me, öğrenim.
talebe:
öğrenci.
talebe-i ulûm:
ilim tahsil eden,
ilimlerle uğraşan öğrenci.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
telvihat-ı tis’a:
dokuz telvih,
açıklama; tasavvuf ve tarikatlerin
hakikatine dair bir risale.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
vefat:
ölme.
zat:
kişi, şahıs.
zeyil:
ek, bir eserin devamı ola-
rak yazılan kısım.
ahir:
son.
âlem:
dünya, cihan; bütün
yaratılmışlar.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
berzah:
ruhların kıyamete
kadar bekleyeceği, dünya ile
ahiret arasındaki yer.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
dair:
alakalı, ilgili.
defter-i a’mal:
insanların işle-
diği ve yaptığı şeylerin kay-
dedildiği defter; amellerin
defteri.
fevkalâde:
olağanüstü.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
halis:
samimî, her amelini
yalnız Allah rızası için işleyen.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler,
hayırlar.
hatve:
adım.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
medar-ı bahis:
söz konusu,
1.
Allah göklerin ve yerin nurudur. (Nur Suresi: 35.)