Evvelâ:
risale-i nur santralı ve Hulûsî, Hakkı, süley-
man’ı temsil eden sabri kardeşim,
“Öşür, şer’î zekâttır.
Zekât ise, müstahaklaradır.”
Saniyen:
gül Fabrikası gülistanlarını ve merhum Be-
devi bülbüllerini konuşturan Hüsrev kardeş,
Risale-i
Nur
, Isparta’yı, afat-ı semaviye ve arziyeden muhafazası-
na sebep olduğunu çok hâdisatla beraber, bu yeni zelze-
le hâdisesi ve muarız hocanın dolularla başının tokatlan-
ması, yeni bir hücceti oluyor. Ve Mu’cizat-ı kur’âniye lâ-
hikasını, sizin isabetli fikrinize havale ediyoruz. Hem siz,
yazdığınız miktarı gönderiniz. Biz burada tekmil eder, si-
ze de sonra haber veririz.
Salisen: Nur Fabrikasının sahibi Hafız Ali Kardeş!
senin
Risale-i Nur
’a karşı harika ihlâs ve irtibat ve îti-
kadın, inşaallah o nurları o havalide daima parlattıracak.
senin, o büyük zelzelenin gürültüsünü işitmemen ve zel-
zeleyi hissetmemen, tokadını yiyen hoca gibi,
Risale-i
Nur
’un bir nevi kerametidir. demek, değil Şakirtlere za-
rar vermek; belki inayetkârâne, vücudunu da bazı hasla-
ra bildirmiyor, korkutmuyor.
Rabian:
Bizi ve kastamonu şakirtlerini kıyamete kadar
minnettar eden ve müstesna kalemiyle risale-i nur’un
hemen umumunu bu havaliye yetiştiren ve evlât ve pe-
der ve vâlideleri ve refikasıyla
Risale-i Nur
’a hizmet eden
kahraman tahirî kardeşim, Cenab-ı Hak hanenizdeki
hemşireme, hem bana şifa ihsan eylesin. Hastalığıma ait
bir parça, size geliyor. peder ve validenize de benim
K
astamonu
L
âhiKası
| 375 |
vakitte yıkılıp mahvolması.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
mu’cizat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
mu’cizeleri.
muhafaza:
koruma.
müstahak:
hak eden, hak etmiş.
müstesna:
benzerlerinden üstün
olan, seçkin, mümtaz.
nevi:
çeşit, tür.
öşür:
onda bir oranında alınan
vergi.
peder:
baba.
Rabian:
dördüncü olarak.
refika:
kadın eş, karı.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şer’î:
İslâmiyetin temel kaideleri-
ne uygun olan hüküm.
tekmil:
tamamlama, kemâle er-
dirme.
temsil:
birinin, bir topluluğun ve-
ya bir kuruluşun adına hareket
etme.
umum:
bütün, hepsi.
valide:
ana, anne.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
afat-ı semaviye ve arzıye:
semavî ve arzî afetler, gökten
ve yeryüzünde meydana ge-
len musibetler, afetler.
bedevî:
çölde ve iptidaî tarz-
da yaşayan, medenî olma-
yan.
evlât:
çocuklar.
evvelâ:
birinci olarak, her
şeyden önce, ilk olarak.
gülistan:
gül bahçesi, gül tar-
lası.
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
hâdise:
olay.
hane:
ev.
hârika:
olağanüstü.
hâs:
ileri gelen, seçkin olan.
havale:
bir şeyi başkasının
üstüne bırakma.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
hüccet:
delil.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemek-
sizin, sırf Allah rızası için yap-
ma.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
inayetkârâne:
lütuf ve hima-
yede bulunana yakışır suret-
te, yardım edene yakışır şe-
kilde.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
irtibat:
bağ, münasebet.
itikat:
kesin inanma, iman.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler veya tabiatüstü hâdiseler.
kıyamet:
bütün kâinatın Al-
lah tarafından tayin edilen bir